Tasavvuf çeşitli tanımları olan, İslâm’ın bir nev’i uygulama biçimidir. Her ne kadar farklı tanımlar yapılmış olsa da prensip değişmezdir. Bu temel prensip tasavvufun düşünceden icraata geçmesi noktasında tarikatlarda ve dergâhlarda temel kabul edilmiştir. Bugün farklı adlarla bilinen, anılan tarikatlar ve mezhepler isimleri farklı olsa da prensipleri bir sabite olarak yerinde durmaktadır.
Asr-ı Saadet dönemine bakıldığında İslâmiyet’i kabul edenlerin, Efendimiz (sav)’ i gören her bir ferdin Efendimiz (sav)’le kurduğu bağın derecesi farklı olmuştur. Kimisi daha yakın olmuştur ki bu yakınlık yakînlik derecesine varmıştır; kimisi de daha mesafeli bir duruş sergilemiştir. Yakîn olanlar, Efendimiz (sav)’ e yakînlikten, Allah’a yakînliğe yol bulmayı dilemişlerdir. İşte tasavvuf da bu noktada kişilerin özeli olarak benzer bağı mürşit üzerinden silsile bağıyla Efendimiz (sav)’ e ulaşarak İslâmiyet’in içini, özünü yaşama gayesiyle ortaya çıkmıştır.
Tasavvuf ilerleyen yıllarda Asr-ı Saadet anlayışından uzaklaşmadan, kopmadan âdetâ okullaşarak mezhep, meşrep farklılıkları keyfiyetiyle tarikat adını verdiğimiz yollar ortaya çıkmıştır. Tarikatlar dergâh çatılarını oluşturmuş ve ortak zevki paylaşan kişiler dergâhlarda bir araya gelerek İslam dairesinde usûller ortaya koymuş ve ibadetlerini yerine getirmişlerdir.
Dergâhlar yalnız bir ibadet yeri olmayıp kimi zaman alperen ruhu taşıyan derviş kişiler fütûhatta vazife yapmış; kimi zaman toplumun sosyal hizmetleri noktasında ihtiyaçlarını karşılamış; toplumda yoksul, yetim, dul, yaşlı, hasta, kimsesiz, insanları gözeterek dertlerine derman olmaya gayret etmişlerdir. Vatan toprağını kutsal sayan anlayışla yeri gelmiş meşru savunmaya maddi- manevi destek vermiş; önderlik etmiş kişiler yetiştirmişlerdir. Gözlerden uzak yerlerde kurulan tekkeler kimi zaman yolda kalmış bir yolcunun konakladığı bir mekân; kimi zaman bir askeri karakol; kimi zaman ise bir suçlunun hidayetine vesile mekânlar olmuştur.
Bir insanın Yaradan’ ını ve kendi yaratılmışlığını anlayıp anlamlandırması kâinatın düzeninde ve kusursuzluğunda gizlidir. Bu kusursuz düzene vâkıf olabilmek ise incenin incesi bir anlayış geliştirerek kişinin idrak seviyesince mümkün olabilmektedir. Anlayışı inceltmek için dünyanın kaba ve maddeye indirgenmiş ve aslında bir hayal olan gerçekliğinden sıyrılıp mânâya, hak’ikatin peşine düşmek gerek. Kendilerine tasavvufu ilke edinmiş ve bunu çevreye böyle tebliğ etmiş olan topluluklar için her şeyden evvel mânâyı, hak’ikati öne çıkaran bu anlayışa bürünmeleri lüzûmu vardır.
Tasavvuf hikmet, ilim ve hak’ikatin peşinde olmalı. Bu anlayışla insan yetiştirmeli ki yetişen insanlar insanlığa hizmetlerini aşkla yapsınlar; ahlâki değerleri yüceltsinler; insanlığın geleceğini O’nun rıza-i ilâhisi doğrultusunda inşa ve imâr etsinler.
Tüm bu nedenlerle kendini ehli tasavvuf olarak addedenlere çok büyük görevler düşmektedir. Tasavvuf teslimiyetsiz olmaz; okullarda olmaz; her öğretene de teslim olunmaz. Bilgi ile elde edilen kâl, hâl’e tebdil olmadan kâmil olunmaz. Akademik bilgiyle hâl edinilmez. Böyle bir tasavvufi yaşam Hayy’at bulamaz. Hâl tekkede edinilir. Tekkeler, dergâhlar, tarikatlar birer vesiledir. Teslimiyet insân-ı kâmile, mürşide olur; mürşit -mürit bütünlüğüyle Hakk’a olur. Buradan tüm insanlığa ahlâki değerler, erdem, hikmet, ilim yayılır.
Yozlaşma her fikrin her topluluğun başına gelebilecek bir olumsuzluktur. Ancak bu durum önüne geçilemez de değildir. Maddeyi aradan kaldırmak kolay olmayabilir. Ancak bunun mücadelesi mutlaka verilmelidir. Maddeye teslim olmuş bir anlayışla mânâ, hak’ikat eri olunmaz; olacağını söylemek içi boş bir iddiadan öteye geçmez. Tasavvuf üzerinden rant elde edilmeye kalkışmamalıdır.Bilgi seviyesinde akademik olarak destek verilebilir ama insân-ı kâmil yetiştirmek söz konusu değildir.
Mürşid-i kâmil zam’ân’ın ihtiyacına göre yönlendirmeleri yapmaktadır. Bu yönlendirmelere uyulması halinde maksat hâsıl olacaktır.
Herkesin kendi kabiliyetince kendisini bilgi ile donatıp geliştirmesi gereklidir. Kendini yetiştirmiş olanların hak’ikati konuşarak; yaşayıp örnek olarak ya da yazarak; korkmadan fakat etrafa ve kimsenin inancına saygısızlık da etmeden haykırabilmesi gereklidir. Felsefî düşünceden uzak kalınmamalıdır. Düşünceden uzak kalınması hak’ikat’ten uzak kalmayı getirir.