Ey Sevgili Dost Var’lığım!
Sen ile dolmuş Sen olmuşum, AŞK ile hasret‘tir yolum…
Sen, dediğim dost Var’lığına hasretlik bitmez, O’nu bilmeye anlamaya ömürler yetmez. Lakin öyle bir Aşk ile bağlan ki, her an’ı hakk’ikat’ten hayy’at bul’an ölmez.
İnsan önce kendini mi aramalı?
Evvela O’nu mu?
İnsan şekil olarak kendini bilir, merakı bu şekli var’eden’edir.
Benliğini bilmeye başladığı zamanlarda zaten vardı. Peki öncesinde ne vardı?
Bunları düşünmeden evvel bir şekilde ailesi ve çevresi tarafından bir YaratAN olduğunun farkında olarak yetiştirildi.
Yaratıcıya verilen isimler faklı olsa da var’lığının görünen olmadığının bilgisindeydi.
Bu sebepten ötürü, onu yaratanı aramak öncelikli olandı. Çünkü Rabbini bilmeden, varlığın sahibine yönelmeden insan “Sen” dediği var’lığını bulamazdı.
Kendimi arıyorum, demek biraz benlik kokar.
Sen’i arıyorum Ya Hayy, işte bu bir AŞK sunar.
Arayışta olan insan, kendinde kendini kendiliğinden bulsa idi, ne peygamberlere ne de O’nun var’lığından gelen silsile-i bağ oluşturan Hakk dostlarına gerek duyulurdu.
Denir ki;
“Arama kendini kendinde, O dost var’lığı ile Sen olur kendini kaybettiğinde.”
‘Sen’ tek bir tanedir, bütünü oluşturur, dağılan her bir Sen, Dost’un Var’lığında toplanmıştır.
Manevi yolculuk dediğimiz seyri sülûk, mürşid’e bağlanmak ile bağlantılıdır ki, hakk’ikat varlığımız O’nun Dost var’lığı ile, ten dediğimiz madde olan vücudumuza işler, Hakk’ikat’ten bir’lik ve bütünlük oluşturur.
Madde ve mânâ’nın birleşimiyle gerçekte görünen insan, kemalat yoluna girmiş olur ki, İ’nsan’ı kâmil olmaklık yolunda tekamülü başlar.
Mânâ’nın varlığı, madde ile yani eşyalar ile tanınıp bilinsede, mânâ, yani O’nun hakk’ikat var’lığı ön plânda olmalıdır.
Adem vasfına erişmekte olan İnsan’ı beşer insandan farklı kılan bu noktadır.
Zam’an’la gelişip değişen insan en kıymetli vaktini ona verilen mühleti neye ayırdığına çok dikkat etmelidir. Gerçek içindeki hakikati keşfetmelidir.
Hakk’ikat gerçeğin içinde gizlidir. Gerçekte görünen insanın’da hakk’ikati, gönülde sırr-ı ilahi’dir.
Yaradan O’ Allah ki, Kendi varlığına Kendi ile perde olmuştur.
Burada ki düsturdan yola çıkmalı insan, kendi kendine oluşturduğu perdeleri hakikat varlığı ile kaldırmalıdır.
Gerçek Hakk’tır Hakk’ikat Var’lığındadır.
Gerçeklere odaklanan hakikati idrak edemez.
Hakk’ikat’ten düşünen İ’nsan gerçeği bilir, görür ve bunun bir yanılsama olduğunun farkına varır.
Gerçek dediğimiz herşeyi bir düşünün, hepsi gelip geçicidir.
Mânâ’nın maddeye dönüşmüş halidir.
Hakk var’lığını dost aynasından tefekkür ile seyir mecburi istikamettir. Manevi gelişim ve değişim süreci bu esas ile mümkün olabilir.
Bu seyr gelişmekte olan İ’nsan için her an’da mürşid var’lığında kalmaktır.
Yaşam içinde mânâ’yı ön planda tutmak şarttır, seni ne günlük işilerinden alıkoyar ne de aksi bir durum oluşturur.
Bilakis O’nu anarak “hayr Sen’dendir” diyerek yapılan tüm işler hayrla son bulur.
Bu nedenle işim vardı, çok meşguldüm, hiç vaktim yok, gibi söz etmek var’lığına sadece gölge oluşturur.
Hele ki zaman içinde yaşayan insan için bu kabul edilemez.
Bir an’lık değilki sunulan yaşam, An’ın sahibi O’dur ki, çoğaltıp genişletir zam’an…
O’ Yaradan Allah ki, Hiç’liği ve bilmezliği ile Yok’luğa taşmış, Yok’luktan Var’lığı ile İnsan’ı yaratmıştır. Hakk Dost’u olan mürşid var’lığının Cemâl’inden müşahade olmuştur.
İnsan için dönüş rücu, O’nun var’lığında Hiç olmak, Hiç’likte Yok olduğun idrak’ine var’maktır.
Hiç’likte herşey emri ilahi ol’makla birlikte sadece O’nun Var’lığındaki An’da oluş Bakî’dir. HŞY