Dost, emanet edilenin hakikatini kemâl etmiş, “ruh Rabbimin emrindendir” (İsra 85’de geçtiği gibi) ilminin hakikatini kendini kurb ederek hatim etmiş O’nun hakikatini marifet eyleyerek yolu merkezden yürümüş bir zât’tır.
O nedenle, nar (ateş) ve ondan doğan nûr’u müşahade etmiş bir hilâl’dir yeryüzünde. Nizamın ahengini ve dengenin ölçüsünü ilim ve irfani bir hâl ile bilen onun var’lığı bu cihetten hareketle merkezi bilir. Ve kimleri yanına alıp, arkaya bırakmaması gerektiğini kudret-i ilahi ile bilir. Yanına ilim-i marifetten gönlünden doğanı alarak ölüm ve var oluş (doğuş) hakikatinin ilmiyle doğu ve batının manalarını bilen dost o doğuyu hâl etmeden batıdan konuşan içi dolu olmayan kâl edenlerin gerçeğini bilir.
Doğunun ilmini hatim etmeden konuşanlar, “çok biliriz derler”
Oysa ki bildikleri bir kâl’dir ancak… Bir de o feraset sahipleri Allah var’lığının Hayy taşıyıcıları vardır ki onlar görür fakat söylemezler.
İnsanların arasına karışan Allah dostunun nazarı eşyanın hakikati ile bakar ve görünen, görünmeyen herşeyi görür. O basiret sahipleri ihtiyaçsız vasfıyla giydirildiği için onun herhangi bir marifeti izhar etmeye, göstermeye ya da gösteriş yapmaya ihtiyacı yoktur. Onun var’lığı Allah ile kaim olduğu için Allah’tan gayrı hiç bir şeye ihtiyacı yoktur. Kerameti bir doğallık ile gören basireti ona herhangi bir sıfat yüklemez çünkü bunun O’nun (c.c.) marifeti olduğunu bilir. O nedenle eşsizdir Allah dostlarının varlığı. Eşsiz olduğu içindir ki onlar için aya yemin edilir; “aya yemin olsun ki bulamazsın. Doğunun gözle görülemeyen noktanın en derininden kaynayarak ve kabuk atarak çıkan onun suretine gelişinin O müjdesini verir.”
Ve defaatle uyarılır insanoğlu;
“…Siz ona inanın ve inanmayanlardan olmayın. İnanmayanların batının manası karşısında dediklerini dinleyin ve nasıl da bilgisiz olduklarını görün. O başı ile sonu bir anda biten sunuşlarına onu arkalarda bıraktığınız onun suretinden bir nûr daha yüce olanı bul da göster O’na..aya yemin olsun ki bulamazsın.”
Gönlüne yerleşecek olan senin canlılığındır. Gönle postu sermek hayy sıfatıyla zuhur edecektir. Gönle tam tesir etmesi hayy ismiyledir. Yürümek, hareketlilik canlılıktır. Hakikatin canlılığı tarikte yürümekle tahakkuk bulacaktır.
Tariki dışımızda anlıyoruz.
Esasında tarik içeridedir, dışarıda sanıyoruz. Biz hep dışarda, zahirde kalıyoruz. Halbuki içeriye, batına yönelip, içeriden içeriye yol almalıyız.
Namazı sen çağır. Gönülden gözyaşı akıttır. Namaz seni değil, sen namazı isteyeceksin. İçindeki duygu ile gözyaşı ile yönelip kıyam, rüku, secde eyleyeceksin. Şükrü sen isteyeceksin. Acziyetini bilmezsen sana şükrünü vermez, bilesin. Çünkü veren O’dur. Tereddüt etmeyesin, ikilemeyesin, şükrünü güzelden çağırdığın zaman o şükür layığını bulacaktır, idrak edesin. Gece saatlerinde gönülden bağlı olarak, saygı ile secdeye kapanmanın bileni ile bilmeyeni bir olmaz. Gaybın hazineleri ve anahtarları, O’nun yanındadır. O’nunla dost olabilmek, O’na yaklaşmak için yollar, vesileler aranmalıdır.
Cenab-ı Hakk’ın, insanlara olan çeşitli lütuf ve nimetleri, (16/81) vücuda getirdikleri bulunmaktadır. Bu lütuf ve nimetlerinin karşısında O, tam teslimiyet istemektedir. İslam ile şereflenmek, teslimiyete bürünmektir. İslam ile şereflenmek, O’nun Peygamberi olan Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimize uymaktır. Kalpleri kapalı, kulakları sağır olanlar, (41/5) araya perde koyanlar teslimiyet gösteremezler. Bunlar bir nevi (7/179) yaşayan ölülerdir. Mezardaki ölülere bir şey (27/80) işitilmez. İşitenler daveti (6/36) kabul eder. İşitmeyenler O’na ulaşma davetini kabul etmezler. Onlar mümin kul da (2/6) olamazlar ve mümin olmak isteyenleri de (41/26) engellerler. Cenab-ı Hakk çok sabırlı ve lütfu boldur. İnsanları yaptıklarından dolayı hemen sorgulamaz, (35/45) cezalandırmaz. O, (23/102-103) ağır mı, hafif mi gelecek diye sevap tartısına da bakar. İnsan, iyi veya kötü her ne yapmışsa (2/281) onun karşılığını alır. İşte bu davranış kişilerin (2/286) kendi iktisabıdır ve O, taşıyamayacağımız yükü de yüklemez. İnsanların birbirinden üstünlükleri vardır (4/32) ama buna göz dikmemek, haset, kıskançlık yapmamak, gaye O’nun lütfunu, lütfundan istemektir. Çünkü O, kendisinden istenmesini sever. O, dünya yaşamında maddi-manevi herşeyi (43/32) taksim etmiştir. Kula düşen teslimiyet içerisinde hayırlı olanı istemektir.
Bir derviş, mürşidinin sohbeti ile veya yazıları ile, diline verdikleri ile devamlı meşgul olmalı, onu iyi anlamaya gayret etmelidir. Gaye onun meşrebi ile meşreblenmek, bir nevi onun boyasına boyanmalıdır. Ona hürmette, muhabbette, saygıda, sevgide daim olmalı, hizmetlerini üstlenmek de aklın gereğidir.
Bu yol zorla girme işi değil, bu yol gönül işidir.
Eskiden mürşid kapısında beklemek çoktu. Bugün (zamanımızda) hemen biat alabiliyorsan kendini derviş sanma. Hele hele mürşid fikrinden sana taviz veriyorsa buna da kanma! Bu senin yanaşmadığından, onu anlamadığındandır. Bir baba yaramaz oğluna evin sırrını pek vermez.
Herşey maddede aranmaz, bulunmaz fakat herşey manada aranır ve bulunur.
Mürşidinin sözüne muhalif olan bu yolda tasvip görmez. Sen yanında, onun fikri ile olmasanda, mürşidin istikamedi yerini bulur. Fakat önemli olan senin o fikride, o istikamette onunla olmandır. Onun fikri ile, onun istikametinde değilsen bil ki inkar yoluna sapmışsındır.
Mürşidler Allah katında Adem-ül Fukara’dır, aynı zamanda da Hadim-ül Fukara’dır. Yani fukaraların, ihtiyaç sahiplerinin hizmetçisidir. Bu kapı ihtiyaç sahiplerinin girdiği kapıdır. Bu kapıdan herkes de ihtiyaç duymaz, duymak mecburunda değildir. Dinde zorlama olmadığı gibi, bu yolda da zorlama hiç yoktur.
Bu yolda dediğim gibi fikir-zikir bütünlüğü içinde saygı, sevgi, muhabbet vardır.
“…Şöyle de: Ben, O’na davet ederim ve dönüşüm O’nadır” 13/36
“Beni yaratan da hidayete erdiren de O’dur” 26/78
“Rabbinize icabet edin” 42/47
“Allah onları hidayete erdirecek ve onların hallerini ıslah edecek” 47/5
“Öyleyse Allah’a sığının. Sizin için O’ndan apaçık uyarıcıyım” 51/50
“Ve onlar emanetlerine ve ahdlerine riayet edenlerdir.” 70/32
“Kur’an şereflidir” 85/21
HŞY