Dervişe bir ayna zuhur ediyor.
Aynanın önünde duruyor mürşid.
Mürşid aynaya bakıyor. Yansıyan dışı.
Bütün hâli, her şeyi orada.
Fakat iç dünyası, aklının içi aynada görünmüyor.
Mürşid; “Görünmemesi içimin olmadığı anlamında değildir” diyor.
Devam ediyor mürşid; “Gülüyorum, ağlıyorum, konuşuyorum, yürüyorum. Hepsi aksediyor. Fakat bir de içimin içi var, o sadece bendedir. Hakk’ın zâtı, bilemediğimiz ve aynaya aksetmeyen tarafıdır. Aynaya akseden tarafı O’nun isimleridir. İsimleri yukarıdan aşağıya doğru durmadan akar. Bütün isimlerin manalarına nüfuz edebilen kudretini tahakkuk ettirebilmiş kul O’nun halifesidir, o kul bilinmesini istediği her şeyi bilir fakat zatını bilemez. O mutlak gaybtır. Orayı bilen olamamıştır. Peygamber Efendimiz gaybın isimlere bölünmesinden sonra zuhura gelen ilk manadır. O nedenle gelecek hakkında sana sorarlarsa, bildirdiği kadarını bilebilirsin. O, isterse bilebilirsin. O, bildirmedikçe bilemezsin. İsimlerinin tasarrufuyla beden sınırlarını aşar, demde zamanın ve mekanın ötesine geçebilirsin. Fakat geleceğe dair bilgi sadece zâtındadır. Gelecek bilgisi dünyaya ait bilgilerdir. Bildirdiğini aktarıcı olursun ama bu senin bildiğin anlamında değildir. Vesile edildiğin anlamındadır. ” diye buyuruyor mürşid.
Sonra Hu deyip mürşid kayboluyor.HŞY