Bundan yaklaşık iki yıl önce öğrenim gördüğüm üniversitenin kütüphanesinde final sınavlarıma çalışırken raflarda bir kitap gördüm. Üzerinde “Bir Tarih Laboratuvarı: Balkanlar” yazmaktaydı. İlgimi çeken şey ise bu kitabı Balkan ülkelerinden bir yazarın yazmaması idi. Amerikan Akademisi Üyesi ve Kolumbiya Üniversitesi’nde tarih profesörlüğü yapmış olan William Sloane 1914 yılında kaleme almış bu kitabı. Kitabın yazıldığı tarih biraz manidar. Çünkü 1914 yılı 1. Dünya Savaşı’nın başladığı yıllar olup bu tarihe kadar Osmanlı’nın Balkanlarda gücü tamamen zayıflamış ve Edirne’ye kadar çekilmişti.
Kitabın ilk basımı 1987 yılında Süreç Yayıncılık tarafından Türkiye’de de piyasaya sürüldü. Bu kitabı elime ilk aldığımda çok öfkelenmiştim. Çünkü Balkanları sadece gezerek ve adeta bir Müslüman karşıtı olduğunu yazdıklarıyla itiraf eden Sloane, Osmanlı ve Selçuklu’yu adeta barbar bir güruh olarak görmüştür. Bu da üstün körü yazılmış bir kitap olduğunu göstermekte bizlere. Hışımla kitabı kapatıp yerine koyduktan birkaç gün sonra kitap tekrar aklıma takıldı. Bu yüzden de kitabı satın aldım. Böyle kitapları da takip etmek gerekiyor aslında. Çünkü asıl önemli olan düşmanın ne düşündüğünü bilmektir.
Kitabın ilk baskısının 10. sayfasında Selçuklu Türklerinden Moğol kökenli olarak bahsetmiş. Ünlü tarihçiler Türklerin ve Moğolların kökenlerini Göktürklere dayandırmaktadır. Dolayısıyla Selçukluların Moğol kökenli olmasına imkan yoktur. Dahası Selçuklu Devleti, Oğuzlar’ın Üçok koluna bağlı Kınık boyundan Türklerce kurulmuştur. Ayrıca akabinde Selçuklu Devleti’nin fetihlerinin başlamasıyla “çevrelerindeki Gayrı Müslimleri zorla kendi dinine döndürmeye başlamıştır” ibaresi de geçmekte. Müslümanlıkta bu mümkün olmayan bir şeydir. Çünkü İslam’ın temelinde hoşgörü yatmaktadır ve kimsenin inancına karışılmaması esas olan bir kuraldır.
Hemen ardından 13. sayfada ise “Muzaffer İslam, daha başlangıçtan alt ettiği düşmanlarına üç alternatif sunuyordu: inan, haraç öde ya da öl.” yazısını görünce oldukça hayret ettim. Birincisi İnanç konusunda yukarıda belirttiğimiz gibi hoşgörü politikası güdülmekte ve hiçbir şekilde dininden döndürme diye bir şey olmamıştır. İkinci kısım ise haraç ödemek… Hıristiyan kesim Osmanlı Devri’nde askere alınmadığı için onlardan alınan vergiler biraz fazlaydı evet. Kaldı ki vergi vermekten bahsediyoruz burada. Neyin haracıymış bu? Ölüm cezası ise devlete karşı ayaklanmalar dışında hiçbir zaman uygulanmamıştır. Ayrıca bulunduğu bölgelerde huzursuzluk yaratan kişiler için uygulanan ceza zorunlu göç ettirmek olmuştur. Sadece Ermeni Tehcir Yasası’nda uygulanan bir şey değildir. Balkanlarda daha önce zamanlarda uygulanan bir şey olmuştur bu. Yine bu konuyla alakalı Sloane; Osmanlı yöneticilerinin Hıristiyan tebaasını en hafif tarifiyle aşağılık insanlar sürüsü olarak görmesinden bahsetmekte. Sloane, bu konuda bahsederken muhtemelen aşırı milliyetçi kesimlerden etkilendiği kanaatindeyim. Zira ele geçirilen bölgelerde direk olarak Osmanlı Padişahlarından verilen fermanlar ve emirler bulunmakta. 17. sayfada ise Grek Kilisesi’nin ayakta olduğundan bahsedilmekte. Evet ayakta. Çünkü inanç konusunda insanlar dilediği şekilde inançlarını yaşamaktaydılar. Bu da Sloane’in kendi kendisini yalanladığını göstermekte. Ayrıca “Sultan” kelimesinin kökeninin Türklere ait olmadığını ve bunun Hıristiyanlara ait olduğunu söylemekte. Sultan sözcüğü Arapça kökenli bir kelimedir ve İslami devletlerde hükümdarların çoğuna verilen ünvandır. Dolayısıyla Hıristiyanlara ait olduğu tezi tam bir saçmalıktır.
Ağır İthamlar
Sloane, kitabın 25. sayfasında Türklerden “tarihsiz bir ulus” olarak bahsetmiş. Bunun cevabını ise en güzel şekilde Türk Tarih Kurumu’nu bizzat kuran Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk vermiştir. 15 Nisan 1931 yılında bizzat Atatürk’ün talimatıyla kurulan bu kurumun ilk icraatı Türklerin tarihini araştırıp dünya ile paylaşmak olmuştur. Yazarın kendisi Amerikalı. Kitabın yazıldığı tarihi de dikkate alacak olursak eğer kimin tarihsiz olduğunu görmek son derece mümkün.
Hemen arka sayfasında ise “işine geldiği zaman dünyanın en hoşgörülü insanları” der Türkler için. Dünyanın hiçbir yerinde Türkler kadar hoşgörülü bir millet olmamıştır ve olamazda. Çanakkale Savaşı’nda annesinin resmine bakan yaralı bir Anzak askerini kendince tedavi etmeye çalışan bir Türk askerini hepimiz duymuşuzdur. Ayrıca eğer ki Türkler inanç konusunda baskıcı olsalardı bugün bütün Balkan milletleri Müslüman olurdu. Temeline hoşgörü olan bir sistemin dışına hiçbir zaman çıkılmamıştır.
Sloane’a cevaplarımız sürecek. Keşke Sloane bu kitabı yazmak için aceleci davranmasaydı. Basit bir gezi kitabından ziyade belki de ünlü Bulgar tarihçisi Marija Todorova gibi bir marka olabilirdi.