“Uğrarsa yolun bad-ı Sabâ ger haremeyne
Tazimimi arz eyle Resulü’s sakaleyn’e…” (Laedri)
En güzel şiiri yazıldı bütün zamanların ve taştı sevinç ırmakları, varlık doruğa ulaştı Gül açınca… Dünya ilk kez dünya olduğunu hissetti… Hasret türküleri okunmaya başlandı… Kimi türküsünü hep uzaktan söylemek zorunda kaldı ve uzaktan uzağa pişti bu hasretle… Kimi de yanıbaşına varıp En Sevgili’nin… Ama dillerde söylenen gönüllerde dinlenen hep O (s.a.v) oldu…
İşte adı Mekke idi, Medine oldu, sonra Şam oldu, Bağdat oldu, İstanbul oldu yedi iklim dört bucağa yayıldı nuru…
Sevr’de 500 yıl bekleyen yılanın hasreti, yuva kurmuş güvercinin ürkekliğiyle her adımda çarpan kalbinizin sesleri eşliğinde heyecanlı adımlarla “Kim kabrimi ziyaret ederse muhakkak ki Allah (cc) günahlarınızı affeder, kıyamette şefaatçi olurum.” hadisi ışığında “yeşil kubbe”ye doğru ilerleyiş…
Yürüdükçe az sonra sizi eşsiz insanın beklediğini ve konuk edeceği hissi çağlayan gibi akıyor hücrelerimize… Bir an önce selama durmak ve bizimle tazimlerini gönderenlerin selamını huzura sunmak için sabırsızlanıyoruz. Biliyorsunuz ki o eşsiz öğretmen asırlar öncesinden selamınıza bizzat karşılık vereceğine söz vermiş. Asırlardır şefkatle ümmetin selamına muhabbet dileğiyle karşılık veriyor. Kim heyecanlanmaz ki böyle bir sahnede rol alınca…
Anlık bir susuş, an içinde ışık hızıyla ötelere yol alma serüveni… Buna gözyaşlarınızın çağlayanlar gibi eşlik etmesinin tarifi yok ki… Hangi cümle bu halet-i ruhiyeyi anlatmaya yetebilir? Bu muhabbetten hasıl olan heyecan ve aşk değil midir esfeli safilin’den ahseni takvime yükselten?
Kelam; edebini takınıp susmayı tercih eder, kalp dile gelir, gönül çağlar öyle bir tufana tutulursunuz ki; kalbimizin ortasında cennete akan bir ırmakla “cennet bahçesi” olarak adlandırılan “yeşil halıya” gözleriniz takılır; huzura namazla durmak yine en doğrusudur…
Huzurdasınız… Artık tüm azalarınız huzur içinde anda yok olma; yoklukla var olma döngüsü bir seramoniye dönüşmüştür. Hem beden hem yürek yâr ile artık…
Resul-ü Kibriya’nın (s.a.v) güzide ehlibeyti ve ashabının gezip dolaştığı sokaklardasınız… Şimdi her adımını daha narin, daha edeplice… Ecdadımız Osmanlı’nın bu mübarek beldelerde demir yolu çalışmalarında; Hz Peygamber (s.a.v) ve ehlibeyti rahatsız olmasınlar diye döşedikleri keçeleri gönlünüze giydirip adımlarınızı daha dikkatlice atma ihtiyacı duyuyorsunuz. Öyle ki Pakistan, Mısır, Filistin, Endonezya, Malezya gibi farklı kültürlerden, farklı renk ve dilleriyle gelen hacılar Türk olduğunuzu öğrenince sizde ilk görmek istedikleri şey hayranı oldukları Osmanlı’nın size sirayet etmesi gereken anlayışıdır. Bunu görmeyince de içten ice kızmalarına tanıklık edersiniz. Kadim kültürümüz ve irfan geleneğimizin yansımalarını görmek istemeleri en doğal hakları…
Yudumlamak istediğiniz o manevi mahrem duygular muhabbetinizi ikiye katlıyor. Bilinçli bir hissediş ile ruhlar buluşması 1400 yıl öncesiyle… En canlı anlarla hiç solmamış dipdiri ruhlarla… Anlatılmaz yaşanırı; gidip görmeden önce bir ön bilgi sizdeki duyguları zirveye ulaştırır. Bilinçli bir hissedişle imanınıza iman katılmıştır. Öyle bir yudumlayış ki atılan her bir adım Asr-ı Saadet’in bir olayını yaşatıyor.
Oynayan çocukları görünce Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Efendilerimizin (ra) çocukluğunda kendinizi bulmak…
Her ezan okunduğunda imamınızın Kainatın Efendisi (s.a.v) olduğu hayaliyle;
“Kim temizlenerek benim mescidime namaz kılmak maksadıyla gelip namaz kılarsa, bir hac sevabı alır. Mescidi Kuba’da bir umre sevabı.”
“Kim benim mescidimde kırk vakit namaz kılarsa ona cehennemden azad olma beratı verilir. Münafıklıktan kurtulur.” (Heysemi)
“Medine’de benim mescidimde kılınan bir namaz başka mescitlerin bin rekat namazından faziletlidir.”
Hadisleri heyecanımızı ikiye katlatarak bizi mescid yoluna revan ediyor.
Medine’de yönünüzü nereye çevirseniz Asr-ı Saadet’ten bir hikaye mekana canlılık katıyor. Ziyaret edilmesi gereken mekanlara uğramadan olmaz. Bu mekanların başında şüphesizki şefaat özelliğiyle de bizleri kendisine hayran bırakan Uhud var.
“Uhud bizi sever, biz de Uhud’u” hadisinin muhattabı olan Uhud’a ilk ayak bastığınızda şehidüş şüheda Hz. Hamza’nın (ra) şehitlik kokusu, yetmiş sahabeyle sizi karşılamakta. Okçuların emri dinlemeyip ganimeti kaybetme tasasıyla yerinden ayrılıp büyük yıkımlara yol açtıran tamahları… Mübarek dişlerinin şehit olmasıyla Nur yüzünden akan kanın yere düşmemesi için var gücüyle yeri inip kanatlarını siper eden Hazreti Cebrail’in inişi… Resulullah’ın (s.a.v) sağında ve solunda çarpışan Hz. Mikail ve Hz. Cebrail’in nurlu duruşu…. Mübarek yüzüne ok isabet etmemesi için elini okun hedefine tutan eşsiz sahabenin kendini feda edişi… Mağaradaki muazzam Gül kokusuyla harbi tüm çıplaklığıyla tahayyül etmek… İşte Uhud böyle bir destanla canlılığını koruyor…
KUBA MESCİDİ
Hicret esnasında Sadık dostla Medine’den önceki son durak olan İslam tarihinin ilk mescidine ev sahipliği yapan Kuba’da kılınan namazın bir umreye eşdeğer olduğu müjdesiyle bu eşsiz mekanda; Kuba Mescidi’nde namaza durmak apayrı bir ödül.
KIBLETEYN MESCİDİ
Kabesine aşık Hz Peygamber (s.a.v) her namazda Mescid-i Aksa’ya yönünü döndürse de mübarek kalpleri hep Kabe’de namazda ve Kabe’nin özlemindedir. Bir ikindi vakti Hz Cebrail’den (ra) beklenen müjde namaza durmuş Resulullah (s.a.v) ve ashabına (ra) gelince; Mescidi Aksa yönüne yönelmiş namaz kıldıran Resulullah (s.a.v) namazı bozmadan öne geçip ashabınında bulundukları yerde yönlerini değiştirmek suretiyle geriye kalan rekatlar Kabe’ye doğru tamamlanır. “Kıbleteyn-iki kıbleli” olarak adlandırılan caminin duvarları, bu olaya şahitlik eder gibi gönüllerinize bu müjdenin ruhunu yansıtmaya devam ediyor iki rekatlık şükür namazıyla…
YEDİ MESCİDLER
Hendek savaşının vuku bulduğu karargah merkezine doğru yol almaktasınız. Selman-ı Farisi’nin sunduğu fikirle hendek kazılmış bu mekanda; Peygamberimize (s.a.v) Hz Fatıma (ra), Hz Ebu Bekir’e (ra), Hz Ömer’e (ra), Hz Osman’a (ra), Hz Ali (kv)ye ve Selman-ı Farisi’ye (ra) ait 7 karargah çadırının yerine inşa edilen mescitlerdeyiz. İki şey dikkatimizi çekiyor: İslam tarihinde görülmemiş bir örnekle…
Hz. Fatıma’nın ordu komutanı olması ve karargahının olması; yaralı askerleri nurlu elleriyle tedavi eden bir doktor olmasının ötesinde ümmetin kıyamete kadar ehlibeyt nübüvvet nurunu taşıyan bir anne edasıyla bizleri karşılamakta. İkinci durum ise Peygamberimizin (s.a.v) istişare ettiği Hz. Selman’ın çadırının Peygamberimizin (s.a.v) çadırına en yakın yerde bulunması. Peygamberlik mucizelerinden bir iki tanesini hatırlamadan geçemiyoruz. Aç olan binlerce askerin bir avuç bitmeyen hurmayla doymaları… Kesilen bir koyunun yine peygamber duasıyla binlerce askeri doyurmaya yetmesi… Hz Peygamberin (s.a.v) duasıyla bir toz bulutunun düşmanı helak etmesi ve hadisenin Ahzab suresi 9. ayette yerini bulması gibi… Buradan zaferin ferahlığıyla bizlerde ferahlanarak ayrılırken Hz. Fatıma’nın (ra) karargahına bakmaktan gözlerimizi alamıyoruz…
BULUT MESCİDİ
Mescidi Nebi’nin güney batısında 500 m uzakta otelimizin de güzergahında bulunan adını Hz Peygamber’in (s.a.v) çocukluğundan beri her güneşli alanda Onu (s.a.v) gölgeleyen buluttan alan “Bulut Mescidi” Mescidi Nebi’nin inşasından sonra bulutun mesken edindiği ve Peygamber’in (s.a.v) cuma namazlarını kıldırdığı yer olarak bilinir. Bizde her önünden geçişte Resulullah’ın (s.a.v) yaptığı gibi selam veriyoruz yüreğimiz bulut camiinin etrafını şenlendiren güvercinler kadar neşeli ve mahsun… Biraz ötedeki İmam Ali (kv) Mescidini de selamlamadan geçmiyoruz…
Mescidi Nebevi’nin yanı başında bulunan, bağrında on binlerce ashabı barındıran Cennet’ül Baki mezarlığı; ayrı bir duygu tufanıyla orda edeceğiniz dualarla farklı alemlere götürmekte sizi… Orayı tekrar tekrar ziyaret etmek istersiniz.
Yeşil hurma bahçelerindeki çeşit çeşit hurmaları gidip görmekte sıra. Başta Hz. Peygamber’in (s.a.v) mübarek elleriyle diktiği acve hurması olmak üzere, renk renk, tat tat hurmalar Türk satıcılarla yapılan sıkı pazarlıklar neticesinde kargoya verilirken; bizler de hurma bahçesinde tavşan kanı çayımızı yudumlayıp taze hurmalarımızı tadarken bir yandan da hatıra pozları çekmeyi ihmal etmiyoruz…
AYRILIŞ…
Estetiği ve simetrisinin hayran bırakan sadeliği, Resuli Ekrem’in (s.a.v) varlığının zerrelerine sinmiş; ecdad-ı Osmanlı’nın gönül izlerini taşıyan her köşesinde ılık rüzgarların estiği, binlerce sütunun onurlu ve izzetli duruşuyla sizi her namaz vakti karşılayan Mescidi Nebevi…
Belki Abdulkadiri Geylaniler gibi huzurda günlerce ayakta bekleyemedik… Belki Nabiler gibi beyitler sıralayamadık… Lakin yine de hiç bitmese bu an, zaman tümden bu an olsa mekan ravza olup yağsa üzerimize…
Derin bir özlem yükü ile çoğaldım hissiyle dönüvermek zorunda mıyız başlangıç noktasına…
Bitmesini istemediğimiz bir rüyaya dalsak ya…
Elhamdülillah ki Mekke-i Mükerreme’ye yolculuk Medine ayrılığına teselli olmuş.
Ya Mekke’ye teselli?
Medine’ye Yolculuk
Yorum Yazınız