Çağın insanı gönlünden sürgün kişiliktir, kalp gözü olmayan, zahir ile batın arasındaki yaşam makasını açan maddeye daha çok gayretli olma eğilimini oluşturan modern yapı insanı maddesel tek kanatlı bir varlık olmaya yönlendiriyor.
Bu yapıdan kurtulmak değil belki ama ikinci kanadı yani mana kanadını oluşturmak gerekiyor ki burada gayret çok önemlidir.
Gayret ile ilgili bir çok ayet vardır.
Maide Suresi, 35. ayet: Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakının ve (sizi) O’na (yaklaştıracak) vesile arayın; O’nun yolunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.
Mü’minun Suresi, 61. ayet: İşte onlar, hayırlarda yarışmaktadırlar ve onlar bundan dolayı öne geçmektedirler.
Furkan Suresi, 74. ayet: Ve onlar: “Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan, gözün aydınlığı olacak (çocuklar) armağan et ve bizi takva sahiplerine önder kıl,” diyenlerdir.
Secde Suresi, 24. ayet: Ve onların içinden, sabrettikleri zaman emrimizle doğru yola iletip-yönelten önderler kıldık; onlar Bizim ayetlerimize kesin bilgiyle inanıyorlardı.
Fatır Suresi, 32. ayet: Sonra Kitab’ı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi orta bir yoldadır, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda yarışır öne geçer. İşte bu, büyük fazlın kendisidir.
Vakıa Suresi, 10. 11. ayet: Yarışıp öne geçenler de, öne geçmiş öncülerdir. İşte onlar, yakınlaştırılmış (mukarreb) olanlardır.
Üç şeye yenilmemeye gayret ediniz. Benliğinize, malınıza, evladınıza. Bunları varlık sahibinin önüne koymayınız. İşte o zaman gerçeği kazanacağınızı biliniz.
Birbirinizin aynısı olmaya çalışmayın. Mana bütünlünde bir olmaya gayret gösterin. Her canın yolda yürüyüşü kendine özeldir. Cenab- ı Hakk her bir kulunu farklı farklı özelliklerle donatmıştır. Tıpkı parmak izi gibi bireylerin düşünce dünyası da farklıdır. Kişi bu özelliklerine göre kendince bir yürüyüş tarzı oluşturur. Kimisi aşı soğuk yemeyi sever, kimisi sıcak ama sonuçta ikisi de aş yer. Biz aşı nasıl yiyebileceğimizi düşünmek yerine bir başkasının aşı yediği gibi yemeye kalkarsak o aştan lezzet alamayız. O halde aynı aş etrafında bir olup aynı pilavı kendimizce lezzet alabileceğimiz şekilde yemeye çalışalım. Birbirimize kaşık çatal ikram edelim ama bir başkasının çatalını alıp onunla yemeye kalkmayalım. Musikiye kabiliyeti alan müzikle, yazmaya kabiliyeti olan yazı ile, konuşmaya kabiliyeti olan hatipliğiyle hizmet eder. Sesi güzel olmayan illa ki şarkı söyleyeceğim demez, dememelidir. Kişi kendi iç alemine dönüp kendince mürşit merkezli yürümeye gayret etmelidir.
Levvame kulun bütün kuvvetlerini O’nda toplamaya gayret ettiği bir mertebedir. Kul gücünü kuvvetini tıpkı “la havle ve la kuvvete….”, dediği vakitteki gibi zatta toplamaya çalışır. Zat’ın kuvvet ve kudretinden başka hiç bir şeyin olmadığı dünya âlemindeki her şeyi zat’ta toplar. Bu O’nun ismi Bir’de toplanabilmeyi öğretir ki kesretten vahdete geçişin ilk basamağıdır. Birlemek için kul, ilk önce niyet etmelidir, niyet kuvvetli teslimiyet gerektirir. İşte bu sağlam niyet ve yöneliş belli bir saflık ve samimiyet gerektirir. Bir süre ile bu O’nun ismini zikreden kul’u saflıkla birlemeyi sağlayabilecek kuvveti kazanır. Bunun arkasından mülhime gelecek, yani birliğe doğru giden yolda O’nu birlemek isteyen kişi birleyecek kuvvete ancak acziyetini idrak ederek kavuşur. Mülhimeyi telkin ederken kulu yalnız ve yalnız ‘HU-O’ diyerek O’ndan başka hiç bir şeyin olmadığını anlayarak kendi acizliğini idrak eder. Kendini aradan çıkartmaya kabiliyet kazanmaya başlar, devamlı surette ‘O’ diyen kulda kendi nefsinden kaynaklanan her türlü duygu ortadan kalkar. Kendine hiç bir şey isnat etmemeye başlar, kendini aradan çıkartarak kendinde sadece O’nun isminin müsemması olan mutmaine erer. Böyle bir kişide ezelde O’nun kendisine vermiş olduğu isminden yani Hakk’ından başka hiç bir şey kalmaz ki kişi ‘Enel Hakk’ der, yani, bende O’nun hakkından gayrı hiç bir şey kalmamıştır, der. İşte böyle bir can iradesini O’na teslim etmiş ve Hakk’ını bulmuş kişidir. Hakk’ına kavuşan kişi razı olur. O’nun diriliği ile şereflenir, O’nun diriliği ile şereflenen canın kalbi uyanır ve Hakk’ın kelamını işitmeye kabiliyet kazanır. Bu can varlığa erdiğinden kevser suyunu daimi nuş eder, artık o candan ilim akar ki o Allah’ın ilminin aktığı kanal olur. Böyle bir can’a evren, kainat ve yaratılışın sırları açılır. Can O’nun varlığı ile kaim olur, kainatın küçük bir kopyası o can’ın içine dürülür. Evrenin bütün nizamı mardiyyesi ile onun gönlüne nakşedilir. Gizli bilgi adı verilen sırların sırrı makamı burasıdır. Böyle bir cana kimyanın bilgisi verilir ki o can zaman ve mekanın üstüne çıkar, safiyeye erişir ve artık dilediği zaman dilediği yerde olur. Sözsüz iletişim kurabilir, sayısız miktarınca uzak mesafelerden kokuyu hissedebilir, başkaların düşüncelerini okur ama bunu hiç belli etmez ve edemez. Böyle bir can “emrolunduğun gibi ol” hitabına mazhar olur ve o can ölmeden önce ölür. İşte böyle bir kulunu O ebediyyen katında sırlar, o can ezeli ve ebedi O’nun varlığına karışır. O, Şehid’dir, O Bais’tir ve O Mecid’dir çünkü O herşeyi görücüdür, öldükten sonra dirilticidir ve zâtı şereflidir. Unutma, tıpkı el-Halîm gibi, Dostsuz yol alınmaz..
Bir tarafımıza acz’iyetimizi bir tarafımıza hiç’liğimizi alarak kul olmaya gayret edelim. Varlık kul’luktan doğar ki kulluğumuzu unutmayalım. Sadece kul olmayı dilemek, hiç hesapsız kayıtsız ve şartsız olmak, O’nu düşünüp “illa” mührünü kalbimize vura vura “lâ” olabilmek, yokluğun içinden bir nazar ile herkese bakabilmek. Sadece O’nun varlığına odaklanmak ve merkezine Hakk’ı koymak, hiç bir kişiden incinmemeye çalışmak, hiç bir şeyden alınmamak, kimsenin hatasına takılmadan hataları hoş görmek, kendi içimizde birliği yakalamaya çalışmak ve varabilmek için o birliğin gücüne sığınmak, O’nun azametini düşünürken tir tir titreyerek göz yaşı dökmek, gözyaşlarıyla günahlarımızdan temizlenebilmek, yaşlardan Aşk’a yol bulabilmek, Aşk ile acziyetten yeniden doğmak.
Nasıl anlatılır ki acziyet “Ben yokum sen varsın” diyebilmek ama öylesine değil, gerçekten yok olarak sevebilmek..
Her sabah kalkarken, “ne çok yanlışım” var, diyebilmek. Bu bakışla kimsenin yanlışını görememek, herkesle kendini bir görmek, kızsa da herkesi kendinden görmek, ne kadar da hizmet etsen hizmeti hiç görmek, hizmetten başka bir şey düşünmemek, “ne kadar yanlışım Allah’ım” diyebilmek, sadece Kul olmayı dilemek, sadece Kul olabilmek…
İnsanın yanında her an sirayet eden maddeye mücadele etmesi ancak O’nun vereceği yardımla gayretle mümkün değildir. Zaten en hassas nokta burasıdır ki, biz çaba ve gayret etmeden her şeyi O’dan bekler hale gelmiş olup işi kolaylaştıracağımıza zorlaştırmışızdır. Allah sana en büyük yardımcıdır amma unutma ki sana akıl verip o aklı ölçü terazisi yapmanı istemektedir. Tasavvufta akıl hiçbir zaman terkedilmez ve hatta kiraya bile verilmez olup idrak noktasında dostun yönlendirmesiyle genişlemesine fırsat verilmelidir. Dost size akıl vermez ki çünkü aklı veren O olup onu iyi kullanmak içün yönlendirme yapılır ki o yönlendirme kişinin muazzam aklı kullanma isteği kadar olup, her şeyi Allah’tan bekleyenler nefsine yenilmiş zır cahillerdir..
Kapının ilki tövbe kapısıdır. Cenab- ı Hakk bu kapıya kadar da kişinin gayretine bakar. Lakin tevbe kapısından sonra sabır ve tevekkül ile AZİM mutlak şarttır. Azim sonraki kapıların hepsinde anahtar görevi yapar. Sonuna kadar o anahtarı hiç elden bırakmaz salik kişi. Aklı veren Allah’tır. Mürşid ise o akla uyanış getirir. Aklımızı nasıl kullanacağımızı bize gösterir. Yani irademizi ve dirayetimizi nasıl kuvvetlendirebileceğimizi göstererek aklı doğru merkeze yönlendirir. “Allah bana yardım eder”, diyenin yardımcısı bir bakmışız şeytan oluvermiş. Fakat “Allah azim edenlerin yardımcısıdır”, demek daha doğrudur. Bu durumda tek hak’ikat’inin ihlasla mücahadesi olduğunu İnsan anlar ve gayret gayrı tek düsturu olur..
Mukaddes Silsile, el ele, el Hakk’a zincirinin Efendimiz’e ve o yüce merkezden Hakk’a bağlandığı manevi bir aktarım zinciridir. Ve bu zincirdeki her bir halka bir sonrakini ve bir evvelkini kendisinde bir’ler. Onlardan her birini Hakk bilip edeb ile hürmetimizi ve saygımızı hazır ve tertemiz tutmak zorundayız.. Silsile en küçük bir tozu reddeder ve senden şeksiz bir teslimiyet bekler. Mürşidini ve silsilesini ehl- i tarik olan Ehli Beyti Mustafa’da birlemezsen manevi ilerleyiş katedemezsin. Lekesiz yöneliş ve sağlam duruş seni arş-ı âlâ’ya yükseltir. Aksi ise yatay düzleme toprak âleme hapseder. Nelerle neşr ettiysen onlarla haşrolacaksındır. Unutmayalım ki haşrolmak bedenin toprak olmasından sonra değil, öncesinde tahakkuk edecek olan bir hak’ikat’tir. Kimlerle ve hangi düşüncelerle ülfet ettiğin tevhid âlemin için çok önemlidir. Her türlü fikri faaliyet artı ya da eksi olarak tevhidine yansır ki güzel düşünelim, güzel olalım inşallah..
Bizler anlayış olarak ehl-i beyt-i Mustafa’nın nesli olmaya gayret etmeliyiz. Asr-ı saadetin güzelliklerini günümüze yansıtmaya çalışmalıyız. O’nun varlığı O’nun çok sevdiklerinden zuhur eder. Gerçek kullar O’nun sevdiklerine doğru meyl’ederler. İdrak ederler ki O’nun varlığı sevilenin gönlüne girer. O’na yönelenler varlık için o gönüllere girmeye gayret ederler.
Gayret bizden, Tevfik Allah’tan..Çalışma-hizmet bizden, yardım O’ndan..