İnsansız, dünyanın hiçbir anlamı olmadığı, daha doğrusu yaratılan her şeye anlam veren, değer biçen, her şeyi kullanma hakkına sahip olan insan olduğu bir gerçektir. İnsan olmazsa, dünyada tüm varlıkların olması boştur, anlamsızdır, değersizdir. Yani, her şey insan için yaratılmış, her şey insana teslim edilmiştir.
İnsanın, dünyada varlığını sürdürmek için, bazı maddi ve manevi ihtiyaçlarını gidermesi kaçınılmazdır. Bunun için de istek ve arzuları doğrultusunda durmadan çalışıyor, kazanıyor, yaşamının devamlılığını sağlıyor. İnsan, mutlaka çalışmalı, üretmeli, bilgilenmeli ve kendini geliştirmedilir. Fakat ne hikmetse, doyumsuzluk peşini de bırakmıyor. Bir şeye sahip olunca arkasında diğer şeye sahip olmak istiyor ve bunun sonu gelmiyor. Hayatı boyunca hep bir şeylerin peşinde koşuyor. Gece gündüz demeden hep daha fazlasına sahip olmak için tüm zorluklara göğüs gererek çaba gösteriyor, sıkıntı ve zahmetlere katlanıyor. Ne kadar çok şeye sahip olursa o kadar daha mutlu olacağını zannediyor insan. Ne ilginçtir ki sahip olduğu bazı şeylerden kısa zaman sonra farklı şeyleri elde etmeye yöneliyor. Sahip olduğu şeylerden mutluluğu kısa sürüyor ve hep yeni isteklerin peşinde gidiyor. Ama bir türlü tatmin olmuyor. Evet, insan doyumsuz varlıktır. Doymayı bilmez ve her zaman “Daha yok mu?” der. Kendini her zaman bir şeyden eksik kaldığını hisseder. Elde edemedikçe de mutsuzluğu bir kat daha artar. Bir şeylere açlık hissederek, gidermek için durmadan çalışıyor. Makam, mevki, mal, mülk peşinde koşarak açgözlülükten vazgeçmiyor. Maalesef insan, yalnız maddi ihtiyaçlarını gidermek için doyumsuzluk peşinde koşuyor, manevi ihtiyaçlarını ise önemsiz görüyor, ihmal ediyor. İnsan, maddi ve manevi ihtiyaçlarının dengesini sağlayabildiğinde ancak mutluluğu yakalamış oluyor.
Amerikalı romancı Edward Roe’nin sözüne kulak vermek gerekiyor: ”Zengin insan, mal sahibi olan değil; açgözlülükten uzak kalabilendir.”
Aslına bakılırsa her insanın içinde, bir şeylere sahip olma duygusu, ihtiyaçlarını gidermesi, daha güzel bir şeyi elde etmesi, daha iyi şartlarda yaşaması, zevkine göre bir şeyleri kullanması doğal olarak kabul edilir. Çünkü yaratılış gayesine uygun dünya nimetlerinden istifade etme, ihtiyaçlarını karşılama hakkına sahiptir insanoğlu. Ama çoğu kez ihtiyaçları doyumsuzluğa dönüşüyor. Şu bir gerçek ki sahip olduğu şeyler, yeterli olsa da, hep açtır ve daha fazlasını ister. Elinde bulunduklarına yeter demeyi bilmeyen bir varlıktır insanoğlu. Daha doğrusu elindekilerinin kıymetini bilmiyor insan.Var olanı kaybettiği zaman değerini ancak anlıyor, o zaman ise çok geç oluyor.
Acaba insanoğlu neden bu kadar doyumsuzdur?
Elindekilerle yetinmek varken neden hep daha fazlasını istiyor?
Ah şu doyumsuz insan!
Sürekli şikayet ediyor. Sahip olduğu şeyler hep yetersiz… Hep hırslı… Gözü doymuyor… Daha fazlasını, daha fazlasını istiyor.
Daha fazlasını elde etmesine rağmen, insanın mutlu olmamasının sebebi doyumsuzluktur. Dünyayı versen doymayı bilmeyen, daha çok isteyen ve istediklerini elde edemeyince rahatsızlık duyan insan, emellerine ulaşmak için acımasızca farklı yollara da başvurabiliyor.
Gözü hep başkalarının üzerinde…
İnsanların mala, mülke sahip olma hırsının pek çok kavganın, kırgınlıkların hatta ölümlerin sebebi olması, üzerinde düşünülmeye değerdir.
İnsan, şükretmek veya nankörlük etmek noktasında denenmektedir.
Doyumsuz insanın yapısındaki bitmek tükenmek bilmeyen, daha fazlasına sahip olma isteğinin sonu yoktur. Bu duygunun etkisinde kalan doyumsuz insanlar hiçbir zaman rahat edemezler, mutlu olamazlar, kendi kendilerini içten içe yerler, kendilerine en büyük zararı verirler.
Asla sonu gelmez isteklerin. Zaman geçince eski şevk ve heyecan kaybolunca, yolun sonu gözükse de insanın gözü hala doymamıştır.
Sahip olmak istediği birçok şeye sahipken neden hala kendini mutsuz hissediyor insanoğlu?
Meğer ki insanoğlunun gözünü doyuran, sadece bir avuç toprakmış…
Doyumsuzluk, insandan merhameti alır, şefkatı öldürür. Menfaati söz konusu olduğunda kimsenin gözyaşına bakmaz ve acımak duygusunu kaybeder. Sadece kendini düşünür ve hep başkasının elindekine göz diker.
Çarenin kanaat olduğu Hz. Ali tarafından dile getirilmiştir: “Kanaat eden aziz, aç gözlülük yapan zelil olur.”
İnsan doymuyor bir türlü, sürekli arayış içinde, ellerinde olanlarla mutlu olmuyor.
Varlık gerçekten mutluluk demek mi?
Mutluluk mal varlığıyla olmuyor, insan içindeki mutluluk anlayışını değiştirmeli. Gerçek mutluluk kendi benliğinde var olmalı.
Bencillikleri bir yana bırakmak lazım, huzuru başkasında arayanların sonu hep hüsran oluyor, bunu artık anlamalı insan!
İnsanların bir kısmı bencil duyguların esiri olmuş, paylaşmayı unutmuş, kanaat etmekten uzaklaşmış, şükürden aciz kalmış, arzularına yenik düşerek aç gözlülük yapmaktadır. Yalnız kendi mutluğunu ön planda tutarak, “ben” merkezli bir yaşam anlayışıyla kimseyi umursamaz durumuna düşmüştür.
Aşırı doyumsuz olan insan, başkalarının hakkı olanlara göz dikmekten bile çekinmez duruma gelir. Amacına ulaşmak için her yolu dener. Hep benim olsun anlayışını hayatın ilkesi haline getirir.
Mevlana Celaleddin-i Rumi bunu nasıl da güzel ifade etmiş: “Açgözlülük ve dünya nimetlerini elde etme hırsı, insanı hakkı olmayan şeylere el uzatmaya zorlar.”
İnsanın gerçek doyuma ulaşması, aslında kanaatkar olması demektir, elinde olana şükretmektir. Aksi takdirde onu sadece bir müddet oyalamak anlamındadır. Elindekine razı olmak ve kanaat etmeyi başarmak önemlidir insan için.
Doyumsuzluk peşinde ömrünü tüketen insan; bir gün, belki de sandığından çok daha evvel, bir anda her şeyini bırakıp bu dünyadan gideceğini hiç düşünmez mi?
Alman teorik fizikçi Albert Einstein: “Çok hırslı insanlar toplumda övülür ve hep başarıya ulaştıkları düşünülür. Ama hırslı insanlar bana; kendilerini durmadan yıpratan, hiç bir zaman doymayan, başarı için her yol mübah diyecek kadar ilkelerinden uzaklaşabilen insanlar gibi gelir.” diyor.
Doyumsuz insan bencildir. Yalnız kendini ve çıkarını düşünür. Zanneder ki sahip oldukları onun kurtuluşudur. Birgün bu anlayışın ne kadar yanlış olduğunu farkettiğinde iş işten geçmiş, çok geç olmuştur. Pişmanlık da fayda vermez. Zamanın geri dönmesi de mümkün değildir.
Hiç şüphesiz doyumsuzluğun bedeli bir türlü ödenir. Aslında doyumsuzluk insanın kendi kendini aldatmasıdır. Kazandığını zannederken yaşamından ne kadar çok şey kaybettiğinin farkında değildir.
Doyumsuzluğun daha fazla benim olsun anlayışı yanısıra bir de gereksiz harcama, israf ve tüketim doyumsuzluğu da insanları ne kadar zor duruma koyduğu bir gerçektir. “Moda” uydurması peşine düşerek yapılan masraflar çoğu kez insanı sıkıntıya sokmaktadır.
Bir taraftan zorluklarla ancak geçimini temin etmeye çalışanlar, diğer taraftan da doyumsuz insanların tüketim yarışında bulunanların durumuna ne demeli?
Bedeninin doyması peşinde olan insan, ruhunu aç bıraktığını düşünemez. Bunun bedeli de merhametten, şefkatten, kanaatten, şükretmekten, paylaşmaktan, hatta insanlıktan yoksun olmaktır. Doyumsuz insan doymak için çaba gösterirken her zaman aç kalır.
Antik Yunan filozofu Aristoteles da şöyle diyor: “Arzu öyle bir şeydir ki hiç doymak bilmez, birçok insanın hayatı arzuları doyurma yollarını aramakla geçer.”.
Şu bir gerçektir ki, gönül gözü aç olan insanın, dünya gözü asla doymaz.
“Nefsini bilen Rabbini bilir” sözlerinin gereğini yaşayanlardan olmamız dileklerimizle…
Elinize yüreğinize sağlık bir solukta okuduğum yazılarınız için çok teşekkür ederim slm
Eyvallah Eyyüb abey. Ellerıne sağlık. Yazilarına doyum yok. ALLAH razi olsun