Levvame kulun bütün kuvvetlerini O’nda toplamaya gayret ettiği bir mertebedir.
Kul gücünü kuvvetini tıpkı “la havle ve la kuvvete….”, dediği vakitteki gibi zatta toplamaya çalışır. Zât’ın kuvvet ve kudretinden başka hiç bir şeyin olmadığı dünya âlemindeki her şeyi zat’ta toplar. Bu O’nun ismi bir’de toplanabilmeyi öğretir. Kesretten vahdete geçişin ilk basamağıdır, birlemek için kul ilk önce niyet etmelidir, niyet kuvvetli teslimiyet gerektirir..
İşte bu sağlam niyet ve yöneliş belli bir saflık ve samimiyet gerektirir. Belli bir süre ile bu O’nun ismini zikreden kulu safiyetle birlemeyi sağlayabilecek kuvveti kazanır. Bunun arkasından mülhime gelecek yani birliğe doğru giden yolda O’nu birlemek isteyen insan birleyecek kuvvete ancak acziyetini idrak ederek kavuşur. İşte mülhimeyi telkin ederken kulu yalnız ve yalnız ‘O’ diyerek O’ndan başka hiç bir şeyin olmadığını anlayarak kendi acizliğini idrak eder. Kendini aradan çıkartmaya kabiliyet kazanmaya başlar. Devamlı surette “HU”, “O” diyen kulda kendi nefsinden kaynaklanan her türlü duygu ortadan kalkar. Kendine hiç bir şey isnat etmemeye başlar, kendini aradan çıkartarak kendinde sadece O’nun isminin müsemması olan mutmaine erer. Böyle bir kişide ezelde O’nun kendisine vermiş olduğu isminden yani Hakk’ından başka hiç bir şey kalmaz. Böyle bir insan “Enel Hakk” der yani, bende O’nun hakkından gayrı hiç bir şey kalmamıştır, der.
İşte böyle bir can iradesini O’na teslim etmiş ve Hakk’ını bulmuş kişidir. Hakk’ına kavuşan kişi razı olur. O’nun diriliği ile şereflenir, O’nun diriliği ile şereflenen canın kalbi uyanır ve Hakk’ın kelamını işitmeye kabiliyet kazanır. Bu can varlığa erdiğinden kevser suyunu daimi nuş eder, artık o candan ilim akar, o Allah’ın ilminin aktığı kanal olur ki böyle bir can’a evren, kainat ve yaratılışın sırları açılır. Böyle bir can O’nun varlığı ile kaim olur, kainatın küçük bir kopyası o can’ın içine dürülür. Evrenin bütün nizamı mardiyyesi ile onun gönlüne nakşedilir. Gizli bilgi adı verilen sırların sırrı makamı burasıdır. Böyle bir cana kimyanın bilgisi verilir, o can zaman ve mekanın üstüne çıkar. Can safiyeye erişir ve artık dilediği zaman dilediği yerde olur. Sözsüz iletişim kurabilir, sayısız miktarınca uzak mesafelerden kokuyu hissedebilir, başkaların düşüncelerini okur ama bunu hiç belli etmez ve edemez.
Böyle bir can emrolunduğun gibi ‘ol’ hitabına mazhar olur ve o can ölmeden önce ölür.
İşte böyle bir kulunu O ebediyyen katında sırlar, o can ezeli ve ebedi O’nun varlığına karışır..O, Şehîd’dir, O Baîs’tir ve O Mecîd’dir..çünkü O herşeyi görücüdür, öldükten sonra dirilticidir ve zâtı şereflidir.
Şunu da sakın unutma, rehbersiz, dostsuz yol alınmaz..