Osmanlı Beyliği, Devlet olma yolunda fetihlerini devam ettirirken yönü sürekli olarak kuzey batı yönünde fetihler düzenlemiştir. Orhan Bey zamanında Bizans’tan alından Çimpe Kalesi ile başlayan Balkan fetihleri hiç kesilmemiş ve 1878 Berlin Antlaşması’na kadar da Balkanlar, Osmanlı’nın bir parçası haline gelmiştir.
Osmanlı hakimiyetine giren topraklarda halka zulüm edilmemiş ve onların hayatları ve inançlarına karışılmamıştır. Bizans hakimiyetinde burası yerel beylere emanet edilmiş ve Avrupa’da görülen Derebeylik sisteminin aynısı Balkanlarda da yaşanmıştır. Bu durum beylerin elinde bulunan madde ve para miktarını artırmıştır. Osmanlı idaresi altına girmeye başlamasıyla birlikte elde edilen ürünler üreticiye kalmış; ancak devlete asker yetiştirmişlerdir. Buna tımar sistemi denilmiştir.
Şehirlerin kalkınması ise devlet başta olmak üzere zengin kişilerce de yürütülmüştür. Kurdukları vakıf sistemiyle çoğu Balkan şehrinin şimdiki halinin temelini atmışlardır. Vakıflar, şehrin kalkınması için zengin kişilerce kurulan sistemlerdir. Her türlü inancın yaşanmasının yanı sıra okul, dini eğitimler, yoksullara yardım gibi birçok konuda halkın temel ihtiyaçlarına cevap veren yegane kuruluşlar olmuştur.
Şehirler vakıf-hayrat düşüncesi ile geliştirilerek Balkanların kalkınmasına katkı sağlanmış ve böylece bölge halkının Osmanlı’ya olan güveni daha da artmıştır. Müslüman veya Hıristiyan ayrımı hiç yapılmamış ve bu vakıflar sayesinde her yere hizmet götürülmüştür. Şeyh Edebali’nin sözünden yola çıkan (İnsanı yaşat ki devlet yaşasın) devlet politikası, aynı zamanda “leküm diniküm veliyedin” (Kafirun suresi 6. ayet) (Senin dinin sana, benim dinim bana) diyerek birçok önemli iş yapmıştır.
Vakıflar aynı zamanda hayır müesseseleri olmakla birlikte diğer yandan şehrin diğer şehirlerle birleşmesini sağlayan köprüler, şehirlerarası yollardaki hanlar ve kervansaraylarla birlikte şehirlerin savunmasını gerçekleştiren kale, kule gibi yapıların inşasıyla da ilgilenmişlerdir. Öte yandan sınır boylarına zaviyeler kurarak buralara alperenleri yerleştirmiştir. Bu şekilde de devletin sınırlarını koruma altına almışlardır.
Vakıfları oluşturan mimari eserler ise beş başlık altında incelenebilir. Bunlar:
- Dini yapılar
- Eğitim yapıları
- Ticari yapılar
- Askeri yapılar
- Sosyal yapılar
Osmanlı, yaklaşın 500 yıl kaldığı Balkanlarda yoğun bir imar faaliyeti vermiş ve şehirleri modernize etmek için çok uğraşmıştır. Mevcut şehirlerde Osmanlı Türk kültüründe yapılar inşa edip daha modern bir hale getirilmesinin yanında yeni şehirler de kurulmuştur.
Yazımızı bir örnekle zenginleştirelim: Bosna-Hersek’in fethi sırasında Gazi Hüsrev Bey ve İshak Bey, Sarajevo’nun imarında çok önemli rol oynamışlardır. Şu anki Başçarşı’ya ilk şeklini veren yine Gazi Hüsrev Bey olmuştur. Kendi adına da burada görkemli bir Camii mevcuttur. Camii’nin hemen karşısında bulunan medrese de eğitim işlerinden sorumlu olmuştur. Arka tarafında bulunan Bedesten ise halkın alışveriş yapmasına ve kendisine iş bulmasına olanak sağlamıştır. Ayrıca kuruluşundan bugüne kadar Başçarşı’nın mimarisi hiç değiştirilmemiştir. Sokaklar haline kurulan küçük dükkanlar, bölge halkının kendilerine iş kurmasını sağlamıştır.
Yazımıza Fatih Sultan Mehmed’in kendi divanında yazmış olduğu şu beyitiyle son verelim:
“Hüner bir şehr bünyad eylemekdur
Reaya kalbin abad eylemekdur.”*
*Marifet, bir şehir inşa edip, halkın gönlünü abat (inşa) etmektir.