İki çocuklu bir anne olarak son zamanlarda kendimi kısır bir döngünün içinde hissettiğim için midir bilinmez, ama belki aynı duyguları yaşayan annelere de teselli olur diye düşünerek ve aynı duyguları hissedenlerden de esinlenerek annelik hakkında yazmak istedim.
Çocukluğumda, şu an kendi kızımın yaşlarındayken, ne kadar güldüğümüzü ve hatta herşeye kikirdediğimizi, bu yüzden bazen azar işittiğimizi, kuralları es geçip bundan dolayı hiçbir sorumluluk hissetmediğimizi, sabahtan akşama kadar oynasak yemek yemek istemediğimizi, sevmediğimiz bir yemek olduğunda patates kızarttırdığımızı, nasılda unutmuşum.
Çocuklarım olduktan sonra kendimde farkettiğim ise hayatımı bir ciddiyet kaplamış, stres dizboyu ortalığı ve çevremi sarmış. Herşeyden şikayet eder olmuşum.
Aslında tabi ki içimde bir yerlerde bu ruhun bir parçasını taşıyordum orası muhakkak. Beden ve beyin yaşla değişip olgunlaşıyor ve bir insanı şekillendirmek yılları alıyor.
Bu kadar mücadele çocukların büyüdüklerinde bizi temsil etmelerinden mi? Yoksa aynı evin içinde bizim kurallarımızla yaşamak zorunda oluşlarından mı? Ya da insan yetiştirmek mi?
Günün birinde yetiştirdiğimiz evlat başarısız olduğunda, “İşte zamanında çok geniş davrandı olacağı buydu!” ya da tam tersi “O kadar çok kural koydu ki kızı/oğlu tam tersi bir hayat seçti kendine.“ Yani, işin aslı kazanamıyorsun bir türlü. O insanın belki de başından bellidir nasıl olacağı. Bu hiç düşünülemez bile her zaman bir suçlu bulunmalı ya, aynen öyle. Ya çok şımartmışızdır, ya çok sıkmışızdır, dışarıdan bakanlar için çocuk mutsuzdur. Suçlusu ise anne baba gibi gösterilmeye çalışılsa da hedef hep annedir.
İki çocuklu olunca küçük her zaman korunmaya muhtaç olandır, üzerine titrenilendir, “Ayyy ne şirinnn!” denilendir… Bir diğer yandan kocaman bir kadın ve adam olmadan, hatta olduktan sonra bile ağır gelebilecek bir tecrübeyi küçük yaşında sırtlanmaya çalışan bir abla abi… Küçük cırladığı an ortamda değilsek atlama pozisyonunda bekliyoruz gibi. Her daim yanlarında nöbet tutmak ise imkansız ötesi… Arada olan büyük, aman bir yanı acıyacak diye içgüdüyle korunan küçük. Bunu dengelemek bile o kadar zor ki…
Annelik şudur budur kuralının aksine ben anneliğin de aynen kişiliklerimizi oluşturan bir sürü faktörün bileşimi olduğuna inananlardanım. Mesela ailenin en küçük çocuğu olduğum için benden daha küçük bir çocukla başedebilmeyi bilmediğim gibi tahammül de edemiyor olabilirim. Küçükken ufaklardan kaçardık. Neden? Çünkü elimizi neye uzatsak “Ben de!” diye tutturan bir çocuk. Ne oyun kurabilirsin, ne birşey yapabilirsin! Hayatım boyunca öyle durumlarda nasıl kaçmak, arkama bile bakmak istemediysem aynısını kendi ortamımda da hissediyorum. Sanki içim sıkılıyor, hemen “Ne oluyor burada!” edalarıyla müdahale ediyorum. Kesinlikle kalabalık bir aileden gelen “Ama bunlar olur, normaldir, biraz görmezden gelelim, sakin olalım!” hallerim yok.
İşte, tecrübeyle sabitlenmiş bir davranış tarzı. Belki aynı ben büyük kardeş olsaydım, birbirine yakın yaşlarda çocuklar koşsaydı ortalıklarda, ciyaklasalardı şimdi kendi çocuklarıma da sevimli sevimli gülüp, kahvemi yudumlayabilecektim.
Zaman zaman şimdiki yetişkin sevimsiz halimde nefes almak için numaralara sığındığım da oluyor ama bazen çocukluk yapmasına bile katlanamıyorum, ufaklık her uykuya gittiğinde kendime dönmek, kendi işlerimle ilgilenmek istiyorum. Büyük kızımın odasının her daim toplu olmasını, üzerinden ne çıkarttıysa katlayıp dolabına kaldırmasını, dişlerine ve kişisel temizliğine çok dikkat etmesini, bana da yardım etmesini bekliyorum. Bu nasıl bir çelişkidir ki kendi çocukluğumda benden yapılması beklense karşı çıkacağım çoğu işi kızımdan beklerken buluyorum kendimi.
Evde baba kendisiyle ilgili olan işleri, çocuklar da kendi sorumluluklarını yerine getirmeli diye düşünüyorum. Fakat yeri geliyor sürekli takılmış plak gibi car car car aynı cümleleri tekrarladığımı da fark etmiyor değilim. ”Ellerini yıkadın mı?”, ”Bak yine çıkan kıyafetlerini katlamamışsın ki, hadi git katla bakayım.” “Oyuncaklar toplansın çabuk.” Kendi kendime kaldığım vakit o günün değerlendirmesini yaptığımda “Kim bu insan? tanışıyor muyuz?” ya da bazen daha da acımasız “Ne kadar antipatiksin! başkasının yerinde olsam senin yanında iki dakika durmam, yine ailene şu an kaçıp gidemeyecek çocuklarına şükret sen!” diyor iç seslerimden biri.
Kitaplarda emir cümlelerinin çok itici olduğu, yapılması gerekenin önce el birliği ile oturtulması gerektiği anlatılır. Mantıken bu doğrudur. Tabii ki küçücük bir insan dahi olsa kimse kimseden “Çabuk bunu şunu yap!” denmesinden hoşlanmaz fakat dakikalar kala bir yere giderken insan çocuğunun hiç hazır olmadığını gördüğünde, hadi derken; koltukta otururken ya da oyun oynarken bulduğunda ne yapar? Bir anne günün kaç keresinde böylesi bir durumla karşılaşır? İnanın o kadar teoriyi bilmek bile günlük hayatta bir işe yarayamayabiliyor.
İki yol var, ya yapıldığını kontrol ederek ve aynı zamanda konuşarak, yapılmamışsa sinirlenerek her iki tarafı yıpratmak veya söyleyip es geçilmişse mücadeleyi bırakarak kendin yapmak.
Sanırım bu konuda pes edip mücadeleyi bırakma taraftarıyım. Kendi çocukluğuma elveda diyeli, unutup geride bırakalı ne çok zaman geçmiş bunu fark ediyorum.
Dışarıdan insanları eleştirmenin olayın tam ortasında olmaktan çok çok uzak olduğunu görüyorum.
İşin özü “Annelik” gerçekten zor zanaat.