Çünkü âşk o ki; hem taç olur başınıza, hem gerer çarmıha…
Hem besler büyütür hem de budar cisminizi…
Yücelerimize tırmanıp okşar, sever güneşte titreyen en körpe dallarımızı. Ardından inip alçaklara, sarsar toprağa tutunan köklerimizi. Harman yerinde dövüp, çırılçıplak da bırakır Ey İnsan!..
Kabuklarımızı ve çöplerimizi elemek için döver, harmanlar ve oluncaya kadar öğütür bizi. ‘Yumuşayana kadar yoğurmak’tır Âşk’ın bir diğer ismi…
Sonra atar seni ateşe Ey İnsan, Hakk’ın Sevdasından bir zerre tadasın diye…
Ki eresiniz yüreğinizin sırlarına ve bu hayatın yüreğinizin bir parçası olmaya. Ama korkularımızın içinde, sadece aşkın huzurunu ve hazzını aramak ise muradımız o zaman örtünüz kusurlarımızın ve benliğimizin çıplaklığını, aşkın döven yerlerinden…
Giriniz, güleceğiniz ama doyasıya gülemeyeceğiniz; ağlayacağınız fakat doyasıya ağlayamayacağınız o mevsimsiz dünyaya.
Kendi’nden başka bir şey vermez Âşk…
Kendi’nden başkasından da almaz…
Ne sahip olur, ne de ister sahip olunsun. Aslında bakarsanız aşka aşk yeter.
Ey İnsan!…
Sevdiğimiz zaman ‘Hakk, yüreğimdedir’ değil, ‘Ben Hakk’ın yüreğindeyim’ demelisin. Ve aşka sakın bir rota çizebileceğini sanma. Layık bulursa seni, rotanı çizer. Aşkın kendi’ni tamama erdirmekten başka bir tutkusu yoktur. Fakat aşık isen ve tutkuların olacaksa şunlar olsun onlarda;
“Erimek ve akan bir dere olmak ezgisini, geceye söyleyen…
Tanımak aşırı, muhabbetin sızısını…
Yaralanmak!.. Kendi Aşk iraden ile…
Kan ağlamak! İsteyerek ve sevinçle…
Şafak vakti Ey İnsan!.. Şafak vakti, kanatlanmış bir yürekle uyanmak…
Minnet duymak, sevda dolu yeni bir güne…
Ardından bir duâ…
Dudaklarında, bir Şükr’an şarkısı…”