Kur’an’ı defalarca okuruz da kendimize bir hisse almayı gündelik hayatımızda başımıza gelebileceğini nedense marifet eyleyemeyiz.
Bilindiği üzere Kur’an’da Hz. Musa ile Hz. Hızır kıssası anlatılır. Hz. Musa Allah’ın ilmini kesbedebilmek için kendine bir rehber yani mürşid diler ki Hızır karşısına çıkar ve talip olmayı diler. Sonra başlarlar seyrü süluk’a…
“Hazret-i Musa (as) Hızır`ı (as) gördüğünde selam verdi. Ve, `Cenab-ı Hakk`ın sana öğrettiği ilimden istifade etmem için seninle gelebilir miyim?` dedi. Hazret-i Hızır (as): `Benim yaptıklarıma sabretmeye senin gücün yetmez ya Musa! Bende, Allah`ın kendi ilminden bana verdiği öyle bir ilim var ki, sen onu bilemezsin.
Sende de, Allah`ın sana verdiği öyle bir ilim var ki, ben de onu bilemem.` dedi ise de, Hazret-i Musa (as): `Beni inşallah sabırlı bulursun. Sana hiçbir işinde karışmayacağım.` diye cevap verdi. Hızır (as) bu defa: `O HALDE BANA UYACAKSAN, BEN SANA ANLATMADIKÇA HER HANGİ BİR ŞEY HAKKINDA BANA SORU SORMAYACAKSIN` dedi ve ikisi birlikte yürüdüler.”
“ Bir gemiye bindiler. Bir serçe kuşu geminin güvertesine kondu ve denizden bir iki yudum su aldı. Hızır (as): `Ya Musa! Benim ilmimle senin ilmin; Allah`ın alemleri kuşatan sonsuz ilmini bu serçenin denizden aldığı bir yudum su kadar eksiltmez` dedi. Sonra Hızır (as) geminin tahtalarından bir ikisini söküp attı. Hz. Musa (as): `Adamcağızlar bizi gemilerine aldılar. Sen gemilerini batırmak mı istiyorsun?` dedi. Hz. Hızır (as): `Sen bana sabredemezsin, demedim mi?` dedi.
Hazret-i Musa (as) özür diledi. Yürüdüler. Sokakta bir erkek çocuk gördüler. Hızır (as) çocuğu öldürdü. Musa (as) tekrar şaşırmıştı: `Aman, ne yaptın? Günahsız bir canı telef ettin!` dedi. Hızır (as): `Ben sana yaptığım işlere dayanamazsın demedim mi?` dedi. Musa (as): `Bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana arkadaş olma.` dedi ve yine yola koyuldular. Bir kasabaya vardılar. Kasaba halkından yiyecek istediler. Kasaba halkı bunlara yiyecek vermedi. Sonra şehrin içinde yıkılmak üzere olan bir duvar gördüler. Hızır (as) bir işaretle duvarı onardı. Musa (as): `Keşke ücret alsaydın. İhtiyacımız vardı.` dedi. Hızır (as): `Artık seninle ayrılmalıyız` dedi. `
Dayanamadığın işlerin yorumunu sana anlatayım:
Gemi, denizde çalışan birkaç yoksula aitti. Onu kırarak kusurlu kılmak istedim. Çünkü peşlerinde her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı.
Çocuk ise, inanmış bir anne ve babanın evladı olmasına rağmen, çok asiydi. Anne ve babasını da azdırmasından ve inkara sürüklemesinden korktuk.
Duvara gelince, şehirde iki yetim erkek çocuğa aitti. Duvarın altında onların hazinesi vardı. Babaları da iyi bir kimseydi. Rabbin onların ergenlik çağına ulaşmasını ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini başkalarının müdahalesi olmadan çıkarmalarını istedi.
Ben bunları kendiliğimden yapmadım. İşte dayanamadığın işlerin iç yüzü budur.”
Bazen mürşidler talip olan salikin teslimiyetini ve tabiyetindeki ihlasını ölçerler. Yaptıkları her işin altında ise muhakkak bir hikmetin olduğunu idrak edebilecek bir muhabbete nail mi diye müridlerini her dem sınarlar.
Eğer ki mürid yani iradesiyle Hakk’a bağlanmaya talipli kişi mürşidini tenkit edip, yanlış yaptığını düşünüyor ise işte orada Hz. Musa misali gaflete düşüp akıl erdiremedikleri meseleler karşısında hikmeti göremezler. Sonrası ise ortada…
Ey talip kişi, sen ilim öğrenip, yokluk denizinde susuzluğunu gidermeye mi talipsin yoksa Hızır’ı tenkit edip egonu yükseltmeye mi? Eğer hikmetinden sual olmayan kamil zâtın yaptıklarının her daim iyilik ve güzellik odaklı olduğunu bilemeyeceksen, göremeyeceksen o halde sus, gerçek mana da sükut et ki belki bir an gelir o hikmeti idrak edebilirsin!