Ney; Klasik Türk Mûsikisi’nin ve Tasavvuf Mûsikisi’nin en önemli sazlarındandır.
Ney sazının, her ne kadar geçmiş dönemlerdeki farklı uygarlıklarda izine rastlansa da, asıl kimliğini Osmanlı Devleti zamanında Tasavvuf Mûsikisi oluşumu süresinde almıştır.
İslâmı doğru anlayabilme ve yaşayabilme yolu olan tasavvuf ilmi ile paralel bir şekilde gelişen mûsiki ve ney sazı, bu sebeple en çok tekkelerde kendini göstermiştir. Hatta Klasik Türk Mûsikisi ve Tasavvuf Mûsikisi önemli bestekârlarına baktığımızda görürüz ki bu kişiler aynı zamanda neyzen vasfına sahiptirler.
Neyin yapısal özelliklerine değinecek olursak, ney 3 ayrı bölümden oluşur. Bunlar;
1) Kamış
Ney yapımında kullanılan kamış, iklimin sıcak olduğu bölgelerde ve sulak alanlarda yetişir. Neye uygun olacak kamış, ney yapımcısı tarafından tespit edilerek yılın belirli zamanlarında kesilir. Ülkemizde en çok tercih edilen kamış bölgesi ise Hatay ilimizdeki Asi Nehri kıyısıdır.
2) Başpare
Ortadoğu ülkelerinde kullanılan ney sazından, Anadolu’da kullanılan ney sazını ayırt eden önemli bir bölümdür başpare. Genellikle manda boynuzundan yapılır. Fakat harici olarak fildişi, abanoz, şimşir gibi malzemelerden de yapılmaktadır. Neyin üflenen üst kısmına takılır. Sesin daha gür ve temiz çıkmasını sağlar.
3) Parazvane
Parazvane, neyin en hassas kısımları olan üst ve alt kesim yerlerine yerleştirilir. Ki bu sayede üstte baş parenin takılmasıyla oluşacak hasarlar ortadan kaldırılır, alt tarafta ise çatlamalara karşı önlem alınmış olur. Gümüş, bakır gibi çeşitli metallerden üretilir.
Ney sazının, bu bölümlerinin haricinde 6 önde ve bir arkada olmak üzere 7 deliği vardır. Ses bu deliklerden birinden çıkarak, üflemenin şiddetine göre de ayrı notaları açığa çıkartır.
Ney, tasavvuf literatüründe insan-ı kâmildir. Neyde bulunan 7 delik de, insandaki 7 bilinç yani nefs mertebesine işaret eder. Bundan sonra da notalar aracılığıyla âlem mûsikisi vücud bulmuş olur. Notalar çeşnileri, çeşniler makamları, makamlar eserleri oluşturur. Evren aslı itibariyle çok boyutlu bir mûsiki bestesidir. Tasavvufun ve Tasavvuf Mûsikisi’nin amacı da bu bestedeki kırıntıları hissedip, insanlarla paylaşmaktır.
Neyin etkileyici bir de hikayesi vardır.
“Dinle neyden nasıl hikâyet eder
Ayrılıklardan şikâyet eder.”
Buyurmuş Mevlana hazretleri
Bu beyitte geçen “Dinle neyden…” sözüyle “Bu mübarek alete, neye kulak verin.” demek istemiştir. Zira neyin sesi her bir sazın sesinden daha yakıcıdır. Dinleyenin kalbine huzur verir.
O sade aletten bu derece yakıcı etkileyici sesler nasıl çıkıyor? Ney’de sadece notalar seslendirilmiyor. Sanki ona neyzenin ruhu ve kalbinin ritmi de aksediyor. Neyi dinlerken geçmiş zamanlardan süzülüp gelen sufiyâne bir hassasiyet hissederiz. Onun sesiyle elest bezminden gelen huşuyu tatmamak anmamak imkansız gibidir.
Neyin oluşmasıyla ilgili hoş bir anlatım vardır. Rivayete göre “Miraç Gecesi’nde Yüce Allah habibi, sevgili Peygamberi Muhammed Mustafa (s.a.v) Hazretlerine bir hayli sır veya doksan bin kelime söylemiş. Hz. Peygamber de bunların otuz binini halka ayan, otuz binini seçkinlere beyan, otuz binini de saklı tutmuştur. Bu arada Allah’ın aslanı Hz. Ali’ye de hayli sır ifşa buyurmuş ve bu sırları kimseye zinhar faş etmemesini tavsiye ve emir buyurmuştur. Fakat Hz. Ali bu sırra tahammül edemeyerek nihayet içi boş bir kuyuya varıp sırrını ona söylemek mecburiyetinde kalır. Bir müddet sonra bu tesirle kuyu su ile dolmaya başlar, taşar ve yanında bir ney (kamış) biter. Bunu bir çoban keserek kaval yapar ve çalmaya başlar. Kavalı duyan Hz. Peygamber “Ya Ali niçin sırları ifşa ettin?” diye sorar. Hz. Ali’de “Ya Resulullah halktan hiç kimseye ağzımı açmadım.” cevabını verir. Resulullah: “Ya bu sır nedir, o sır değil midir?” buyurur. Hz. Ali dinler, görür ki o sırdır. Hemen özür dileyip “Ya Resulullah daha fazla tahammül edemediğim için kırda boş bir kuyuda söylemiştim.” der. Bunun üzerine Allah Resulü “İşte bu ney bu sırları kıyamete kadar söyler.” buyururlar.”
Beytin ikinci mısrasında neyin “ayrılıklardan şikâyet ettiği veya ayrılık derdini anlattığı” ifade edilir. Bu ne demektir?
İnsan ezelde, bezm-i elestte Rabbinin huzurunda ve O’nunla birlikte idi. Bu dünyaya gönderilmek, hele beden kalıbı içine girmek en büyük ayrılıktır. Vatanından uzak düşen kimse ayrılık acısı ve elem duyar. Eski vatanda mutluluk ve ferahlık içindeyse üzüntüsü daha da artar. Cenab-ı Hakk’ın huzurunda bulunmak, vatanında olmaktır. Uyanık insan nefsin tuzağı ve dünyanın aldatıcılığından kurtulup kemale ererek, tekrar aslı vatanına dönmedikçe, yani saadetler içinde Rabbine kavuşmadıkça feryat ve figan dinmez. Ona göre burası gurbet diyarıdır.
Ney de böyledir. O da sulu ırmaklarda genişlemekte, cana can katan rüzgârlarla sallanmakta ve kendi dilince zikr-i tesbihte idi. Bir gün ansızın yerinden koparıldı. Nice zaman ayrılık ateşinde kurudu, bağrı delik deşik edildi, bunca riyazet ve mücadeleden sonra kâmil bir üstada erişti. Onun nefesiyle birleşip onun sırrına mazhar oldu, dilsiz bir kamış iken ses çıkarır hale geldi. İç hallerinden, geçmiş macerasından ve gizli sırlarından haber vermeye başladı. Vatanından ve dostlarından ayrı ve uzak oluşunun hüznüyle içinin derinliklerinden anlatmaya koyuldu.
O yüzden ney bu aciz insanların ruhunun sesidir. Onu dinlemek gerektir.