“Bir ümit dünyasında hepimiz,
Nereden gelir, nereye gideriz.”
Ziya Osman SABA
Bir ümit dünyasında yaşıyoruz. Ama dünya sadece ümitlerden, hayallerden, güzelliklerden ibaret değil elbet. Ümitlerin yanında korkular, hayallerin yanında hayal kırıklıkları da var. Ümit ile korku arasında yaşamak ise en doğrusudur.
“Nereden gelir, nereye gideriz?” sorusu hep gündemimizdedir. Soru, peşinden cevabı getirmektedir. Ne var ki cevap soruyu algılama durumumuza göre şekillenmektedir. Hayatın trajedisi de bir yerde buradan doğuyor. Trajediyi hissetmek ise sanatın bir bakıma başlangıç noktasını teşkil ediyor. “Nereden gelir, nereye gideriz?” sorusu evrensel bir soru ve hangi kültürden, hangi anlayıştan olursak olalım, herkes için aynı şekilde geçerlidir. Cevabı ise, kültüre, inanışa göre değişiklik gösterir. Dolayısıyla sanat anlayışlarının farklılaşması söz konusudur. Bu manada sanat kimine göre bir sığınaktır. Hayatın bizi yoran ve boğan bu sorusu karşısında bir kaçış noktasıdır. Kimine göre bir isyan, kimine göre bir teslimiyet, kimine göre nefsin şahlanışı, kimine göre ise bireysel ya da toplumsal bir sorumluluktur. Ürünler bu anlayışlara göre şekillenir. İnsanlar bu ürünlere göre, içlerinde ve dışlarında bir tavır alırlar.
“Nereden gelir, nereye gideriz?” sorusu şükürler olsun ki, bizi bir meçhuller ormanında bırakmaz. Nereden geldiğimiz de nereye gideceğimiz de hatta niçin geldiğimiz de açıkça bize belirtilmiş, söylenmiştir. Bu bakımdan bir problemimiz yoktur.
Mesele, cevabını da bildiğimiz bu sorunun bilinen cevabını sözümüzle, davranışımızla verebilmektir. Bizim için de bir ifade biçimi olan sanat, bizi mutlak hakikat çerçevesinde düşündürdüğü, hissettirdiği ve yaşattığı sürece anlamlı, güzel, faydalı ve doğru bir faaliyet olur. Aksi takdirde yanılgılardan bir yanılgıya, yanlışlardan bir yanlışa dönüşür.
Âlimin ilmi, şakirin şükrü, zakirin zikri, mazlumun gözyaşı, dervişin duası ne ise sanatçının sanatı da odur. Bu yüzden sanat, hakikat ile insan bağlantısını “Nereden gelir, nereye gideriz?” sorusu çerçevesinde kuran bir faaliyettir. Yine bu yüzden sanatçı, konu olarak neden bahsederse bahsetsin, bu temel espriden uzaklaşmadığı sürece her ürünüyle makbulümüzdür. Bu çabasını saygıyla karşılar, anlamlı buluruz. Ona, alın terine, gözyaşına değer veririz. Kafamızda ve gönlümüzde de konuk ederiz sanatçının ürünlerini. Yeter ki bizim kafamıza ve gönlümüze bir ışık düşürsün, içimize girmeye bir yol bulsun. Bizi, mutlak sorunun doğru cevabına ulaştırsın.
Hakikati, hayatı, ölümü, aşkı, korkuyu, ümidi bu çerçevede anlamak ve kavramak istiyoruz. Sanatçı bu manada hakikatin ve güzelliğin elçisi olarak bize Mutlak Kitap’tan sayfalar açmak ödevindedir. Söz ve yazı bunun için kutludur. Kafamız ve yüreğimiz bize ulaşacak her türlü sanat faaliyetine açıktır. Hakikatin ve güzelliğin sesini daha gür bir şekilde duymak istiyoruz.