İman, içten bir bağlılığı ifade eden ve İslâm literatürü içinde mühim bir yere sahip olan muazzam bir kavramdır.
Seven insan sevdiğine teslim olur ve bu teslimiyet neticesinde görünmese de seven ile sevdiği arasında kuvvetli bir bağ oluşur. Bu kuvvetli bağ eğer ki kişinin imanı sağlamsa ebediyete kadar devam eder. Pamuk ipliğine bağlı olan ve adına iman dedikleri ateşli bir tutkunun çabuk parlayan bir alev misali sönmesi ise çok doğaldır.
İnsanoğlu adına aşk dediği bir eylemi(!) öylesine dile düşürür oldu ki günübirlik ilişkiler, günübirlik sevdalar yaşamımızın orta yerine dahil oluverdi.
Verilen büyük emeklerin karşılığı olarak vuku bulan aşk öylesine basitleştirildi ki. Artık önüne gelen âşık olarak adlediyor kendini. Öyle ya bize göre ufacık bir kıvılcım dahi harlı bir aşkmışcasına sunuyoruz karşımızdakine.
Hiç hatırlıyor muyuz Yunus Emre’yi, Mevlana’yı, İbn Arabi’yi, Ahmet Şemsettin Marmaravi’yi… Ahh ki aşk. Bakmaz hiçbir vakit üçe beşe. Bırakmaz bir ân dahi insanın yakasını. Hele kapılagörsün insan hakiki bir sevdaya. Hakiki bir aşk ile gönlü tutuşagörsün. Başka şeye bakar mı hiç? Yanar, kavrulur ve sevdiğini düşünce semâlarından düşürmez.
Hakikatten bir aşka bürünen kimse yanılmaz o sadece yanar. Hakiki bir aşkla seven kimse yara aldım, canım yandı demez. O ki Eyüp Peygamber misali sabra karılır.
Çok şey var yazılması gereken. Çok şey var anlatmak istediğim. Lakin zamanla… Lafügüzafa yer yok. Az ve öz bu vakitte kelimeler…
Bu demde gönlümden dökülen tek cümle: Her şeyden öte hakiki bir iman gerek insana!