Taksim Meydanı’nda 2013 yılında patlak veren Gezi Olayları’nın yıldönümündeyiz.
Olaylardan bir hafta evvel Amerikan Merkez Bankası’nda alınan karar neticesinde dolar 2.37’lerden 2.54’lere kadar çıkmıştı.
Biz ne yaptık?
Kurdaki artışın asıl nedenini ısrarla görmezden geldik.
“İşte Gezi’nin sonucu. Olacağı buydu. Türkiye üzerine kirli oyunlar oynanıyor. Manüplasyon var” dedik, konuyu geçiştirdik. Tıpkı bugünlerde olduğu gibi.
2013 yılından itibaren bakıldığı zaman Gezi Olayları’nın Türkiye’ye faturası çok büyük oldu.
Doların Türkiye’de artması ekseri olarak FED ile alakalıdır. Kırılgan ekonomiler bunu görüp buna göre önlem almaya çalışırken Türkiye ise hep ‘çıtkırıldım’ kaldı. Kırılgan ülkeler arasından para çıkışı en fazla Türkiye’de oldu.
‘Biz çok iyiyiz. Çekemiyorlar, bizi kaldıramadılar’ dedik.
Ne zaman ihracat artsa düğün dernek kurar gibi eğlendik. Fakat ithalata hiçbir zaman bakmadık.
Dikkat edin. Ne zaman ihracat rakamları açıklansa artışlar büyük puntolarla koyu koyu yazar. Ama nerede ithalat?
‘Ekonomi büyüyoooor’ diye bağıra bağıra geziyoruz. Fakat alım gücünün arttığını söyleyemiyoruz. Ya da söylemeye korkuyoruz.
Bir de basın gaz veriyor ki sormayın. Daha dün okuduğum bir haberden sonra bunu daha iyi anladım.
Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarından biri Türkiye’nin büyümesini revize etmiş. Bir başka kuruluş da aynısını yapmış. Birinin yaptığı revize işlemi diğerinden daha az olduğu için diğerine bu ‘kapak’ olmuş. Ne kapağı ya hu? İki kuruluş da büyüme tahminini azalttı.
Yanlış yönlendiriliyoruz.
Ekonomideki sıkıntıyı dile getirememe gibi bir problemimiz var.
Bugünlerde de aynı problemi yaşıyoruz. Çünkü maalesef geçmişten bir türlü ders alamıyoruz. Merkez’den atılan adımlar bu nedenle hep güdük kalıyor. Dövizdeki azalış hep sınırlı oluyor.
Doların gün içinde azalıp sonra yeniden yükselmesi buna örnektir.
Velhasılı uykudan uyanmamız gerekiyor. Ülkede ne zaman bir problem olsa hep suçu dış mihraklara attık.
İyi de kardeşim bizim hiç mi suçumuz yok?