Kutlu Ramazan ayı¸ kendine mahsus özellikleriyle edebiyatımızın en önemli konularından biri olmuştur. Çünkü bu ayda bir yazarı/şairi yazmaya yöneltecek her türlü motivasyon unsuru fazlasıyla mevcuttur. Her şeyden önce insanlar bu ayda alışageldikleri hayat düzeninin dışına çıkarlar. Manevî/metafizik olanla bağları daha da güçlenir. Üstelik bu değişim hem maddî hem de manevî anlamda hayatın bütün alanlarında gerçekleşir. Böylece bir sanatkârın yazmasına imkân verecek her türlü ayrıntı ortaya çıkmış olur. Bunlardan hareketle yazılan şiir ve yazılarla edebiyatımızda müstakil bir “Ramazan edebiyatı”ndan söz etmek mümkün hale gelmiştir.
Klasik edebiyatımızda Ramazan denildiğinde akla gelebilecek asıl eserler “Ramazaniye” adı verilen kasidelerdir. Divan edebiyatımızın vazgeçilmez eserleri haline gelen bu eserlerde ana konu Ramazan¸ oruç¸ teravih¸ kadir gecesi¸ iftar¸ sahur¸ camiler¸ mahyalar¸ kandiller ve bayramdır. Hatta bu bütünlük içinde Ramazanın tabii bir gerçeği olarak iftar yemekleri¸ zengin ve yoksul kişilerin halleri¸ tiryakiler vs. de bu tür eserlerin işledikleri konular arasına girer. Öte yandan bu tür eserlerde mahalli ve yerli malzemeye dayalı olarak Ramazan dolayısıyla değişen günlük hayat da ele alınır.
Ramazan konusuna halk edebiyatımız da ilgisiz kalmamış ve ortaya “Ramazan manileri” adını verdiğimiz müstakil bir tür çıkmıştır. Bütün Ramazan boyunca daha ilk günden başlayarak her sahurda okunan bu maniler tema bakımından büyük bir çeşitlilik gösterirler. Ramazanın gelişinden duyulan sevinç¸ Ramazana özgü yiyecek ve içecekler¸ sahur¸ iftar¸ davulcu¸ bilhassa kadir gecesi ve Ramazanın bitişinden duyulan üzüntü işlenen belli başlı konular arasındadır. Böylece Ramazan hem Divan hem de Halk edebiyatının en zengin malzemesi durumundadır.
Tasavvuf edebiyatında da aynı şekilde Ramazanla ilgili pek çok eser ortaya konulmuştur. Çünkü; Ramazan ve oruç¸ mutasavvıf şairler için daha özel bir durum arz eder. Zira¸ bu ayın en önemli tarafı nefs terbiyesidir. Bunun için oruç çok önemli bir ibadet olarak görülür. Zaten mutasavvıfların oruç anlayışları da kendilerine özgüdür. Onlar orucu avamda olduğu gibi sadece yemek içmekten kesilmek yahut havasta olduğu gibi el ayak göz ve kulak ile de perhiz kılmanın ötesinde bütün arzulardan ve heveslerden geçerek Hak ile olmak¸ Muhabbetullah’a ulaşmak şeklinde algılarlar. Böylece onlar için Ramazan orucu¸ hakikat orucunun daha şuurlu algılandığı bir ibadet olarak görünür.
Bu bakımdan Ramazan¸ sûfîler için çok önemli bir zaman dilimidir. Camiler gibi dergâhlar da bu ayda daha bir zenginlik ve manevî coşkunun yaşandığı mekânlara dönüşür. Bu ayda camilerde¸ dergâhlarda ilahilerin diğer zamanlara göre daha fazla söylenmesi Ramazan konulu şiirlerin sayıca çok olmasına sebep olmuştur. Ramazan ilahileri olarak adlandırabileceğimiz bu tür şiirler çok zengin bir dini coşkunun ürünleridir. Tekke edebiyatının genel vasfına uygun olarak da hem hece ile hem de aruzla yazılan bu şiirlerin büyük bir kısmı bestelenmiştir.
Sufi edebiyattaki Ramazan şiirlerinde iki kavram bilhassa öne çıkar. Bunlardan ilki Ramazanın gelişinden duyulan sevinçtir. Pek çok Ramazan şiirinde bu sevinç lirizmin doruk noktasına ulaştırır şairi. Bunlar arasında Şeyh Üftade’ye ait olan şu şiir¸ asırlardır Ramazan sevincini dile getiren en meşhur manzume olarak bilinir:
“Âşıklara eydin sala
Oruç ayı geldi yine
Rahmet denizi cûş edip
Âlemlere doldu yine
Kur’an’da Allah öğdüğü
Cümle nebiler sevdiği
Ümmete Allah verdiği
Oruç ayı geldi yine
Cümle aya sultan olan
Dertlilere derman olan
Hakk’dan bize ihsan olan
Oruç ayı geldi yine
Dosttan atasın getiren
Zulmetleri hep götüren
Canlarda irfan bitiren
Oruç ayı geldi yine
Sâliklere kuvvet olan
Ariflere izzet olan
Mü’minlere cennet olan
Oruç ayı geldi yine
Aydın eden gönülleri
Mesrur eden mü’minleri
Ma’mur eden mescidleri
Oruç ayı geldi yine
Üftade’nin canı sever
Oruç ayın daim öğer
Dost iline edin sefer
Oruç ayı geldi yine”