Küçücük bir dünya hayatında sadece bir nokta idi insanoğlu.
İzlediğim kısacık bir video, koskoca bir kainatı gözler önüne seriyor ve bir insandan başlayarak alabildiğine derinleşiyordu.
İnsandan başlayarak bulunduğu sokak, mahalle, şehir, ülke, dünya, evren diye uzayarak gidiyordu. Ve bu koca düzen içerisinde ufacık bir nokta olan insan aynı zamanda yaratılışın gayesi idi.
Bilinç, akış, aşk ve muhabbet…
Nihayetinde insan.
Öylesine ulu, tüm kainatı içinde barındıran bir varlık.
Ancak öylesine aciz…
Sade bir nefese muhtaç…
Her ân tutuluverecekmiş gibi…
Oysa nefes hakikatten bir dem sürer gönüllere.
Arşın arşın uluhiyet götürür kuru kalmış sulanmaya muhtaç zerrelere…
Bir düşünsen…
Sen istesen de istemesen de kendiliğinden atmaya devam eden bir kalp.
Sen istesen de istemesen de yediklerini sindirme vazifesini durmadan yerine getiren bir mide.
Kan akışını devamlı bir şekilde iletim hareketiyle görevli damarlar.
Muazzam bir işleyiş…
Her katrede zuhura gelen bir devran…
Âlemin işleyişinde tek bir eylem “kendinden verme” ve tek bir gaye “yakın olma”…
Gayrı bu hakikatin etrafında işleyen ve hiç durmayan bir devran…
Büyük bir gizin içinden seslenen bu gerçeklik cümlelerin dahi tamamlanmasına müsaade etmiyor. Etmediği gibi yarım kalmış cümlelerin hepsini bir tefekkür deryâsının içine dahil ediyor.
Çıkmak ne mümkün…
Hayranlığın içinde kavrulup duruyor insanoğlu, bu kavrulma yanık yanık kokular soluyor etrafa…
Firağın muhabbetinde, aşkın harında tutuşan bir kor ile pişiyor ten…
Zamanla yana ki kalmaya beşerden bir parça…
Haydi durma…
Aklet…
Aklet…
Aklet…
Aşkın muhteşem büyüsü akletmek gerçeğinin içinde saklı…
Son not: Aklet ki âşık olasın.