Ay, gümüş kalkanı ile gece karanlığını aydınlatarak insanları adeta büyüler. Bu kalkanın, büyümesiyle veya küçülmesiyle birlikte, doğada çeşitli olguların meydana gelmesi çok çabuk fark edilir.
Dünyadan 384 bin 401 kilometre uzaktaki Ay, pek çok şeyi, insanları, okyanusları, bitkileri ve hayvanları etkilemektedir.
Eskiden insanlar nerede ve nasıl yaşarlarsa yaşasınlar devamlı Ay ile kendi yaşamları, hayvanlar ve bitkiler arasında olan periyodik dönüşüm benzerliğini izlemişler ve bu doğrultuda kendilerince bazı felsefi yaklaşımlarda bulunmuşlardır. Günümüzün dakik saatleri gibi, kendi zaman ölçüleri olarak ay devinimini kullanmışlar ve geliştirmişlerdir.
Kara ve deniz hayvanlarının da ay saatine göre yaşadıkları dikkat çekicidir. Örneğin kuşlar, bir yuva oluşturmak için uygun bir anı seçebiliyorlar ki böylece yağmur sonrası yuvaları hızla kurusun.
Ay bitki dünyasında ise canlılığı, verimi, sabah çiğini ve yaşamı temsil eder.
Ay canlıdır bölünebilir, ölçer, besler, kaderin ağlarını örer ve ruhları barındırır, onları yeniler, tekrar yaratır. İnsanlar ayın geçirdiği evreleri dikkatle takip etmişler ve çeşitli ölçümler oluşturmuşlardır. Hindistan’da sekizli sistem türevleri, dört sayısı ve on altı gün ile on beş gece yakıştırmaları hep ayın evrelerinden ortaya çıkmıştır. Orta Amerika uygarlıklarında da bu tür sayı ya da takvim sistemleri oluşturulmuştur.
Bazı yazarlar Arap harfleri ile ayın evrelerinin görünümleri arasında da bağlantılar olduğunu ortaya atmışlardır. Birçok toplumda ayın değişmez olan ritmi çok önemli olmuştur.
Ay bir birleştiricidir. Bu birleşim, ayın ritminde olan uyum ve paylaşım gibi, oluşumlar aracı ile görünmez ipliklerden görünmez bir ağ örmektir. Ay hem kozmik dokuyu hem de insanların kaderini dokumaktadır. Tarih içinde birçok inanışta dokumacılığı icat eden tanrıçalar ay tanrıçalarıdır. Hindistan’da gördüğümüz inançlarda, evrenin hava ile dokunmuş olduğunu ve buna karşın insanın da yaşam nefesi ile dokunduğuna inanılır. İnsan kozmostan ayrıdır ama aynı zamanda onunla bir bütündür.
İslâmiyet’ten önce Arapların aya taptıkları bilinmektedir.
Kuran’da Kamer Suresi’nde,
- Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.
- Onlar bir mucize görseler yüz çevirirler ve “Süregelen bir sihirdir” derler.
- Peygamberi yalanladılar, nefislerinin arzularına uydular. Hâlbuki her iş, (Allah nasıl takdir ettiyse öylece) gerçekleşecek (değişmeyecek)tir…”
Şeklinde yazılmaktadır. Bu olay Peygamber Efendimizin (S.A.V.) kendisine inanmayanlara bir mucize göstermek için Ay’ı ikiye böldüğü ve arkasından tekrar birleştirdiği olayını anlatmaktadır. Ay’ın bölünmesi olayına “şakul kamer” denir. Olayın 617 tarihinde olduğu nakledilmektedir.
Dolunay konusundaki araştırmalar ise bize “Eyyam-ı Biyd” diye tabir edilen ve Kameri Ay’ın 13., 14. ve 15. günleri tutulması sünnet olan orucu hatıra getirir.[1] Bu günlere, gündüz güneşle, gece de dolunayla 24 saat aydınlık olmasından dolayı Eyyam-ı Biz (beyaz, ak günler) denmiştir.[2] Konuyla ilgili bazı hadisler [1] ise şu şekildedir;
- Buhari, Müslim ve Nesei’nin ittifakla bildirdikleri hadiste, Ebu Hureyre, Efendimiz’den (S.A.V.) şöyle rivayet ediyor: «Dostum, habibim (S.A.V.), bana her ay 3 gün oruç tutmayı nasip etti.»[3]
- Müslim’in Ebu’d-Derda’dan rivayet ettikleri hadiste; «Habibim, yaşadığım müddetçe terk etmeyeceğim 3 gün oruç tutmayı tavsiye etti.» buyrulur.[4]
- Beyhaki, Taberani, Ebu Davud, Nesei, Tirmizi, Ahmet B. Hambel, Bezzar, İbn-i Hibban sahihinde ve diğer hadis kitaplarında bu konuyla alakalı birçok hadise rastlıyoruz. Örneğin; Tirmizi ve Nesei, Ebu Zer’den şu hadisi rivayet ediyorlar; «Ey Ebu Zerr, her ay 3 gün oruç tutarsan, 13., 14. ve 15. günleri tut.» [5]
Bilindiği gibi, ayın ortasına rastlayan üç gün, dolunay günleridir ve Efendimiz (S.A.V.), Ramazan orucundan sonra bu günlerde oruç tutmayı tavsiye ederek şöyle buyurmaktadır; «Sabır ayı (Ramazan)’nın orucu ve her aydan üç gün oruç tutmak, göğsün “vahar” ını giderir.» [6] “Vahar” kelimesi, Arapça’da “kin, gayz, öfke, düşmanlık, vesvese, hile, sinirlenme” manalarına gelmektedir.
Ahmed bin Hanbel’in Müsned’inde, Ebu Zerr, Peygamber Efendimizden şu hadisi rivayet ediyor: «Her ay, üç gün oruç tutmak, göğsün “mağalle” ini giderir.» Sahabeler, sordular; «Ya Rasulallah, göğsün “mağalle” si nedir?» Efendimiz, buyurdular; «Şeytan’ın pisliğidir.» [7]
Ebu Davud ve Nesei’de, Kudame b. Milham, şöyle söylüyor: «Efendimiz (A.S.M.), bize eyyam-ı biyd (beyaz günler)de oruç tutmayı emrederdi ve “Bu, bütün sene oruç tutmak gibidir.” buyururdu.»
Tasavvufî edebiyatta ise güneşle vuslatı dilediği tasavvur edilen ay, nesi varsa yok eden, diyar diyar gezen fakr-u fena (yokluk) ehli bir derviş gibi kabul edilmiştir. Ay, mum veya kandil hepsi karanlığı aydınlatır; sabaha kadar ışır, yanarlar. Sabahleyin sönmekle, tükenmekle yokluk ehli bir arife benzerler. Ay güneşten aldığı ışık nisbetinde dolgunlaşır. Âşık da sevgiliden yani mürşidden aldığı feyiz nurunu artırdıkça olgunlaşır. Işıksız bir ay, yani feyizsiz, aşksız bir mürid ışıksız bir ayna gibi değersizdir. İnceliği, sarılığı, hayal gibi oluşuyla hilal niyaz ehli aşık, dolunay da naz ehli bir maşuk veya mürşiddir. [8]
Ayın birinden on dördüne kadar olan menzilleri seyr-u süluku, dervişin manevi kemal yolculuğunu temsil eder. Ayrıca yedi nefis veya yedi tavır (atvar-ı seb‘a) denilen ve nefsin terbiyesinde aşılması gereken makamları ifade eden merhalelerden birinci tavırda mübtedi salikin, nefs-i emmarenin yıldızı aydır. Kalp gönlün ve nefsin makamıdır. İman ve küfrün merkezi birdir yani kalptir. Eğer kalp iman ve vahdet nuruyla dolmuşsa o gönüldür, dolunaydır; eğer kalp zulmette kalmış, maddî gailelerle dolmuşsa o nefistir; tutulmuş bir aydır. Kalp aya benzetilir. Güneşe, vahdete yönelmiş yüzüyle her an nur içinde yıkanır. Güneşi görmekten mahrum arka yüzü karanlıklar içinde bunalır. Bundan dolayı nurla karanlık, imanla küfür nasıl mücadele ederse gönülle nefis de böyledir. Ayla güneş gibi biri gelince diğeri kaybolur, kaçar. Ayın bulutlanması, tutulması veya üzerindeki lekeler de (ay beneği: kelef-i kamer) derece derece masiyete, kusur ve günahlara delâlet eder. [8]
Gönülde doğacak olan marifetullah bir güneştir. Ay gibi olan akıl gönlün marifet güneşinden nurlanırsa güzeldir. Gönül güneş, ay akıl, yıldızlar da ilim gibidir. Sevgilinin dolunay gibi olan yüzü, ay cemali tevhidi veya ilahi nurların, ilahi sırların tecelliyatına ayna olduğu için her halukarda güzeldir. Hilal-kaş münasebetinde ise çatık veya eğri kaşa benzetilen ay ile çatık kaş, kaş eğmek sözleri Hakk’ın celal ve kahır sıfatlarına delalet eder. Yüz güneşinde hilal kaşı gören aşık hayrete düşer. Zira gündüz hilal görünmez. Vahdete vasıl olunca kesretin zail olması gerekir. Ay gibi sevgilinin aşığına zulmetmesi, onu karanlıkta bırakması veya uyutmaması aşığı asıl kemale, hakiki güzele yani hakiki güneşe kavuşturur. Gaflet ehli uykuda olacağı için uyanık aşık gibi güneşin doğuşunu, tecelliyatını göremez. [8]
Sevgiyle..
Kaynaklar
[1]Zafer İlim-Araştırma Gurubu, Gerçeğe Doğru Dergisi, “Dolunay ve Oruç”, c.II, sayı: 20, sayfa 28-30
[2]www.usveihasene.com/ic_peygmbrmzn_nafile_oruclari.htm
[3]Buhârî, Kitabü’s-Savm-Fethü’l-Bârî, c.4, Bâb-u Siyâmî Biyd, s.226, Eyyâm-i Biyd Orucu, bab 59.1880.
[4]Et-Tergib ve’t-Terhib, c.2., s.120, Kitâbu’s-Savm.
[5]Tirmizî c.3., Hadis no 761; Neseî, 22, Kitabü’s-Savm, 84
[6]El-Fethu’r-Rabbânî, c.10, Kitâbü’s-Savm, “Her ay üç gün oruç” bâbı, 264.
[7]El-Fethu’r-Rabbânî, c.10, Hadis no:264.
[8] http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=040189