Örtüler dizinine hapsolmuş cevherin diliydi sanki bu özlem. Neye özlem neye iştiyak duydu, en güzelini kendi dile dökebilirdi sadece.
Ruh nefstir denilir. Oysa nefs yaratılış gereği hasetler fısıldayan ruhun gizemini örtmeye çalışan bir perdedir. Beden dediğimiz unsur da dünya âlemi içinde ruhun bir örtüsüdür. Bu âlemde ne ruh bedensizdir ne de beden ruhsuz.
Felsefede maddi bir varlık olarak ele alınan insan, tasavvufta mânânın nihai merkezidir. Zira insan Şeyh Galib’in değimiyle;
“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”
İçinde âlemlerin dürüldüğü, alemin göz bebeği olan insan, içi boş bir kutu değildir. İçi mütevazi bir hâl ile dolu olan toprağa ekilen tohum kutuyu boş mı bırakır?
Öz ekilmiştir ve sürekli devran eden seyirde, âlemde âdemi bulmak ile mükelleftir.
Mevlâna bedeni kafese benzetirken içindekinin can kuşu olduğunu ve en Sevgili’ye uçmak için daima çaba gösterdiğini söyler.
Ruh lâtiftir. Onu şeffaflaştıran emri rabbani oluşudur. “Kün” emrinin mazharı bir cevher her an oluştayken, ruhu kuru salt maddeye indirgemek doğru değildir. Yaşamın kaynağı kalp ile özdeşleştirilmesi, bedene canlılık veren cisim olarak tanımlanmasından dolayıdır. Ruh ne nefstir ne kalp ne akıl… Derinlerde maneviyat ile büyüyen O’ndan bir parçadır. Tabi kat kat perdeler ile dürülmüş, ıssız bir kuyuda Yusuf misali çıkışı aramaktadır. Çıkışı bulabilmek için mutlak var olana sığınmak sıdk ile teslim olması gerekir. Beden bir gün nasıl toprak olup minerallerini sunacaksa dünyaya, ruhta özüne özlem duyarak her fedakarlığı eylemesi gerekecektir.
Hz. Ali der ki; “Sen kendini küçük bir cisim sanırsın ama en büyük âlem SEN’de.”
Bu sözde seni büyük harfle yazmayı tercih ettim. Zira bahsedilen ben değil, bendeki BEN… Yunus’un da dediği gibi; “Bir ben var bende benden içeri…” sözü neredeyse aynı anlamı dile getirmekte.
Tasavvufta ben egosundan sıyrılıp “Tek Yaratıcının O” olduğunu idrak eylemek Sen denizine boyanmaktır. Egodan bir parça olmayan “Sen” işte o merkez olan Ruh’tur. Berrak bir suya baktığında cemali seyreder insan ve kendiyle konuşmaya başlar. İçten duyulan her bir ses O’ndandır. Kötü bir düşünce ise haset nefstendir. İyi olana meyleden insan kötüyü inşa etmez tabanına. Taban sağlamsa bina kat kat çıkılır. Binayı oluştururken ustanın her sözünü dinlemek gerek, bilen oysa öğrenmek gerek…
Ve ey arkadaş, kardeş… Sen yalnız değilsin ne mahzun ol ne de ıssız. Uçmak için ruhun yeter. Sınırsız adem deryalarında seyir eylersin.
Ve ben hiç yalnız olmadım, her an bir nazardan nazar eyleyen bir Cemâl var. Eşyanın özünde seninle konuşan parçacıklar var. Unutmamak gerek ki kendi kendine konuşmak delilik değil muhabbettir… En Sevgili’ye muhabbet…
Maskenin ötesinde ruha bir bakışta SEN koymayı dilersen, kelimeler Sen’de…