1912 Balkan Savaşları’ndan beri Balkanlarda sürekli bir karışıklık hakim. Özellikle 1990 sonrası yaşanan acılar bunun en net göstergesi. Daha önceki Tito ve Enver Hoca dönemlerinde ise diktatörlüğün nasıl bir şey olduğunu yaşadı güzelim Balkan coğrafyası.
Osmanlı, 1358 yılında çıktı ilk defa Trakya Bölgesine. Dolayısıyla Balkanlara. Burada, Gelibolu’nun alınmasıyla ilk toprak kazanımları başladı. 1389 yılındaki I. Kosova Savaşı’na kadar da Arnavutluk’taki birkaç vilayet hariç fetihler yaşandı. 1402’deki Ankara Savaşı’na kadar da Tuna’ya kadar Balkan topraklarının büyük kısmı Osmanlı idaresine geçti. 1413’te Çelebi Mehmed yeniden tahta geçtiği zaman, Anadolu’da olduğu gibi Balkanlarda da toprak kayıpları oldu. Bu kayıplar Yavuz Sultan Selim zamanına kadar, yani 112 yılda giderildi.
Türklerin Balkanlara geçişi çok daha eski tarihlere dayanır. Hunlar, Oğuzlar, Avarlar, Tuna Bulgarları, Bulaklar, Peçenekler, Oğurlar, Kumanlar gibi Türk boyları Karadeniz’i aşarak Balkan topraklarına ulaşmışlardır. Bu kavimlerin en önemlileri Avarlar’dır. Avarlar, göçebe bir topluluk olduğu için işgal ettikleri arazilere toprakların işlenmesi için köylüleri iskan ettirmek zorundalardı.
Bu şekilde yüzyıllar boyunca Balkanlarda Türkler yayıldı. Demek ki Türkler Balkanları işgal etmek için gelen bir topluluk değil, bu toprakların gerçek sahipleriydi.
Bugün de bazı yerler vardır ki hala Türkçe isimleri kullanılır. Makedonya’nın Kumanova şehri, Vardar Nehri gibi. Kosova ile Makedonya’nın sınırında bulunan Şar Dağları gibi.
Osmanlı’nın tarihi kaynakları gösterir ki Anadolu da Rumeli de vatandır. Edirne’nin başkent ilan edilmesi de bunun en somut göstergesi olarak kabul edilebilir. Ayrıca Osmanlı’nın Balkanlarda hızlıca yayılmasının en büyük nedenlerinden biri de Anadolu’da Hıristiyan olan varlıklar nasıl korunduysa bu hakkın Rumeli’de daha geniş bir şekilde vermesi olmuştur.
Osmanlı askerinden yüz yıl kadar önce Sarı Saltuk Baba ve dervişleri, Balkanlara geçip bu bölgede tekkeler inşa etmişlerdi. Dervişler, Adriyatik Denizi’ne kadar ilerlemişler, yöre halkının yanında zalimlerin karşısında olmuşlardır. Halkı gözetmeleri, fakir ve yolculara yardımcı olmaları gibi maddi ve tekke içindeki zikir ve sohbetlerin halkı etkilemesi gibi manevi sebeplerden dolayı da yüzyıllar boyunca halkla iç içe olmalarını sağlamıştır. Hatta öylesine sahiplenilmişti ki Sarı Saltuk’un dervişleri, bugün Meydan Larousse dediğimiz ansiklopedilerde bile Bogomillerin gönüllü olarak Müslüman olduklarını yazar.
Tüm bunlarla beraber, Osmanlı’nın Balkanlara yerleşmesindeki bir diğer neden, yöre halkının Türkleri kurtarıcı olarak görmeleridir. Bulundukları bölgede baskı ve zulüm ile karşılaşan halk, Osmanlı’nın bölgeye gelmesiyle gerçek adaletle tanışmıştı. Bu şekilde de 500 küsur sene Osmanlı’ya itaatle etti.
Osmanlı’nın Balkanlarda sempati ile karşılanmasının bir diğer sebebi ise kimsenin dini inancına karışılmaması olmuştur. Herkes dinini istediği gibi yaşamış, ayrıca kimsenin mülkiyet hakkına da dokunulmamıştır. Derebeylik veya feodalite sistemini de kaldıran Osmanlı, bu yerel feodal beyleri ya yıllık vergiye bağlamış ya da bölgeye tımar sistemini getirmişti. Halkın yükünü de azaltmıştı Osmanlı. Örneğin, feodal beylerin yasalarına göre haftada iki gün efendisinin arazisinde çalışmak zorunda olan bir köylü, Osmanlı sisteminde yılda sadece iki gün Sipahi’ye hizmet ediyordu.
Osmanlı, birbirleriyle kanlı bıçaklı olan Balkan gruplarına karşı özelliklerini koruma hakkı vermişti. Buna tarih şahittir.
Osmanlı’nın dini inanışlara gösterdiği saygıdan birçok batılı yazar da bahseder. Derler ki:
“Müslüman Türkler, fetihleri sırasında isteselerdi Hıristiyanlığı tamamen yok edebilirlerdi. Fakat mensubu bulundukları din, buna müsaade etmez. Bu yüzden Fatih nasıl ki daha önce dedeleri, kendi kilise teşkilatında serbest bırakmak suretiyle Bulgarları rahatsız etmedilerse o da eski dini gelenekle tanınmış İslami devlet görüşüne de tamamıyla uygun olarak Ortodoks Rum ruhani sınıfının silsile-i meratibini bütün salahiyetleriyle tanıdı. Hatta o, Hıristiyanlar üzerindeki medeni hukuk alanında kaza hakkını tanımak suretiyle kilisenin nüfuzunu arttırdı bile.”