Sanmanız rüsvâlıktan gam çeker ferzâneyiz
Taşa çalmış şîşe-i nâmûsu bir dîvâneyiz
Rûhî-i Bağdâdî
Meydan… Türlü türlü mânâlar ifade eder. Bir şehir mimârı için meydan, üzerinde binâ bulunmayan düzlük; açık ve geniş yer; alan, sâhadır. Bir asker için meydan, talim ve tatbikat yeridir; savaş meydanıdır. Bir güreşçi için güreş yapılan yerdir meydan. Siyasetçi için nutuk atılacak yer; tiyatrocu için sahne demektir. Ehl-i tasavvuf nazarında ise meydan, zikir ve âyin yapılan yerdir. Bu meydanda kıyâmî, ku‘ûdî zikirler yapılır, semâ‘ edilir. Tekkenin veya dergâhın bir bölümüdür.
Mevlevî, Kâdirî, Halvetî, Rufâ‘î… İsmi ne olursa olsun, aynı gâyeye baş koymuş, müşterek terbiye ve görgüye sahip, insana hizmet amacıyla hareket eden insanların ortak mekânı. Düşüncede dahi vahdetin var olduğu ilâhî yapılar. Tekkeler… Meydan da bu tekkelerin bir bölümü.
Hani Resûllah (S.A.V.) Efendimiz en kalabalık bir ordu ile katıldığı Tebük Savaşı’ndan dönerken “Küçük cihattan, büyük cihada dönüyoruz.” demişti ya, işte o büyük cihat, nefse karşı verilen savaştı. Yukarıda da bir asker için ‘meydan, savaş meydanıdır’ demiştik. Tekkede ve tekkedeki meydanda nefse karşı savaş verilirdi. Zira Resûl-i Zî-şân Hazretleri, “Hakikî mücâhid, nefsine karşı cihat açan kimsedir.” buyurmuşlardı. Kendi benliğimizin derinliklerinde olan kibir, ucb, riya, teşvîş v.b. kötülüklere karşı bu meydanda savaş verilir, bu meydanda zaferler kazanılırdı.
Bu meydan aşk meydanıydı. Bu meydandaki savaşta vuran, vurulan, ölen belli değildi. Şairin dediği gibi
Kıyamazsan baş ü câne, uzak dur girme meydâne
Bu meydanda nice başlar kesilir hiç sorar olmaz.
Hak ile hak olanlara, kendi özün bilenlere
Dost yolunda ölenlere, kan bahâsı dinâr olmaz.
Rıza Tevfik, “Dervişlik demir leblebidir, yiyenin dişi kırılır” der. Cana, başa kıyamayanlar, bu meydana giremez. Bu meydanda olanların artık varlığından dahi söz etmek abestir, yok olmuşlardır. Yok, olan kişinin de arayanı soranı olmaz.
“Kendini bilen Rabbini bilir.” fehvâsınca bu yolun yolcuları Hak ile olmuşlardır. Bu kişilerin kan bahâsı hesaba gelmez. Zira canın bahâsı candır. Kendi hakikatiyle âşina olan, Hakkın aynasında kendini görür. Hak aynasında tezâhür eden kişi de cümle âlemin aynasında kendini görür.
Meydanda ezel gününden yansıyan sesler duyulurken, kıyamî zikirde halka şeklindeki canlar birbirine karşı eğilir, kendini karşısındaki pirdaşında yok eder. Mevlevîlerde Semâ‘ Mukâbelesinde, ‘Devr-i Veledî’de şeyh postunun önüne gelen derviş, makama niyaz ederek diğer tarafa geçer ve karşısına gelen pirdaşıyla, postun önünde beraberce baş kesip niyaz eder. Gerek kıyâmî zikirde, gerek Devr-i Veledî’de birbirinin önünde eğilen dervişlerin gönlünde birbirine karşı nefret ve soğukluk kalmaz, en küçük bir kırgınlık olmaz. Derviş karşısındakinin şahsında bütün âleme rahmetle, muhabbetle bakar. Bu muhabbet dervişin hayatına akseder.
Nefsinin yıkıcı ve menfî isteklerine karşı muzaffer olan derviş artık bu meydanda zaferini kazanmış, ama tevazuu ile Hakk’ın ve halkın karşısında acziyetini bilen bir komutan olarak yerini alır. Bu yer alış öyle bir haldedir ki padişaha bile eyvallah demez, yaptığı her işte Hakk’ın rızasını gözetir Hasan Nazif Dede gibi;
Beşiktaş Mevlevîhânesi’inde post-nişîn olduğu yıllarda, dergâh-ı şerîfte olan bir servinin manzarayı bozduğu gerekçesiyle kaldırılması isteği saraydan gelir ve şeyh efendiye iletilir bu bu dilek. Şeyh Hasan Nazif Efendi’den padişaha giden cevap “Bir dergâhın, değil ağacını kesmek, bir yaprağını dahî zâyi etmekten korkarız. Zât-ı Şâhâne’ye böylece arz edesiz.” şeklinde olur. Durum pâdişaha arz edilir. Ricasının kabul edilmediğini gören Hünkâr yaptığı hatayı anlar ve Şeyh Efendi’nin gönlünü almak için, murassa işlemeli, son derece kıymetli bir saati hediye olarak gönderir. Nazif Efendi, Pâdişâh’ın bu hediyesini de havanda tuzla buz ederek “Biz derviş adamlarız, böyle şeyler bize ait değildir.” der ve saati tekrar saraya iade ettirir.
Maddî Makâm, Manevî Makâmın bu celâli karşısında haddini bilir ve susar.
“Aşk Meydanı” mı deriz, yoksa “Er Meydanı” mı deriz bu meydanda can veren er oğlu erler ölümsüzlük sırrına ulaşmış, nefsin belini yere getirmiş nice adsız pehlivanlar, cengâverler vardır.
HİMMETLERİ HAZIR OLA…