Durmaksızın kulaklarıma dolan sesler…
Kendini tanı, kendini bil, ebedi vâroluşun içinde kendi sınırlarının sonsuzluğunu keşfet…
Aklet… Düşün… Çalış… Tefekkür eyle…
Yine ânsızın dökülüyor cümleler…
Nereden başlayıp nereye gideceği belli değil amma sanki bir şeyler fısıldıyor…
Durdurak yok gibi…
Bir ân olsun ayırsam gözlerimi ahenk bozulacak ve bu sihirli büyü yerini büyük bir karanlığa bırakacak gibi…
Parmaklarım klavyenin üzerinde akıp giderken imla yok, noktalama yok sadece yazıyor, yazıyor ve yazıyorum.
Kendi sınırlarının sonsuzluğunu keşfetmek…
Ne muazzam, ne derin bir cümle…
Sınırın içinden sınırsızlığa erişmek…
Faniden bekâya ermek…
Tek kelimeyle ‘muhteşem’…
Lakin geldin mi yolun başına çekiverir ya yakanı nefsin heybeti.
“Gitme!” deyiverir hemen, “Gel beri!” diye diye dilenir.
Korkar çünkü, istediği hiçbir şey olmayacak diye tarifi imkansız bir korkuya kapılır.
Kapıdan geçildiği vakit gidecek bir yeri kalmayacak sözü dinlenmeyecektir.
Nefs de bilir ya bunu “ego”sundan bir gram taviz vermez kimseye.
İnsan da nedense hemencik aldanıverir nefsine.
Kanıverir bir çift tatlı sözüne.
Yat der yatar, kalk der kalkar, eleştir der eleştirir, kötüle der kötüler, ye der yer…
Ee nolur yani?
Eşref-i mahlûkat olan insan, mahlûkat kısvesindeki nefsin eline mi kalır?
E kalmasın da ne yapsın?
Söz geçiremiyor ki…
Yoksa…
Söz geçirebilecekken işine mi gelmiyor?
Peki ya cihad-ı ekber?
Niçin yanı başımızda duruyor?
Bu kadar kör bir zannın içine nasıl hapsolabiliyoruz?
Doğrusu aklım almıyor.
Aslında öyle kuvvetli bir ruha sahibiz ki…
Heybetiyle dağları devirecek, çöllerde gezdirecek, kor ateşlerde yanmaya hazır bir ruha sahibiz ancak biz hiç izin vermiyoruz ki ona.
Bir adım atsak Rabbim bin adımla yaklaşacak da biz kendi bildiğimiz doğruların içinde yoğrulmayı seçiyoruz.
Doğru kabul ettiğimiz her ne varsa olaylar içerisinde değişkenlik gösterir bir yapıya sahip.
Yani bugün doğru dediğimize yarın işimize gelmediğinde eğridir de diyebiliyoruz.
Sahi biz ne istiyoruz?
Kendimizle barışmıyor, nefse daim istediklerini veriyor, doğruyu eğriyi yaşanan olaylara göre şekillendiriyor, dahi kulaklarımızı ve gözlerimizi kapatıp kendi karanlığımızda boğulmayı tercih ediyoruz.
SON SÖZ
Sözlerim kendimedir evvela…
Ki ruhumla nefsim çatışmada…
Biri uykuya meylederken diğeri çağrıya uymada…
Biri yemek isterken diğeri ruhunu doyurma endişesiyle kavrulmada…
Bil ki kurban olmalı o bir çift nazara…
Boğulmayasın sen akıbeti bilinmez bir zulmet meydanında…
Seni uyandıran o yeşil çağrıya kulak ver ki
Gün ola gaflet ilinde koymasınlar toprak ile örtülü bir mezara…