Doğumu Balkanlar olan milli şair, çocukluğunu ve gençliğini İstanbul’da yüksek tahsil yaparak geçirmiş ve mesleğinin Müfettiş Muavini olmasıyla Rumeli, Anadolu, Arabistan olmak üzere bir çok yer gezmiştir.
Tek gayesi Türk-İslam bayrağını göklerde şahlandırmak ve bu gayeyi olabildiğince herkese anlatmaktı. O kalemiyle savaşırdı. Güçlü edebi yönüyle yazdığı şiirler önce gönle dokunur ve kitlelere cesaret olurdu. Tasavvufi manalar içeren şiirlerinde aynı zamanda milli ve manevi duygular yoğundu. Dinine, vatanına, milletine aşık bir şairdi. Nesillerin tasavvufi incelikte ve Türk-İslam geleneğinde yetişmesi gerektiğine vurgu yapan bir yazardı.
Kaleminin keskinliği düşmana bir kılıç gibi darbe vururken, dost olana ise sıcacık bir gönül bağı kurdururdu. O milletinin birliği ve İttihad-ı İslam için durmaksızın çalışmış, her bir anını medeniyet denilen tek dişi kalmış canavarın oyunlarını anlatmak için geçirmiştir.
Milli Şair ne güzel demiş:
“Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz.
Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz;
Düşer mi tek taşı sandın harim-i namusun,
Meğer ki harbe giden son nefer şehid olsun.
Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa,
Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa,
Bu altımızdaki yerden bütün yanardağlar
Taşıp da kaplasa âfakı bir kızıl sarsa,
Değil mi cephemizin sinesinde iman bir;
Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir;
Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz,
Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz!”
Hak yolunda verilen savaşta tek bir kalkan vardır, iman dolu göğsümüz.. Birliğimiz… Eğer sineler tek bir gaye için çarpar hale gelirse bizi sarsacak hiçbir şey yoktur bu cihanda..
İstiklal Savaşı’nın verildiği yıllarda bu sarsılmaz birlik ile çıktık yollara ve sarsılmadık. Zaferi bağışlayan Allah’a önce imanımızı sunduk. Hakk yolunda tereddütsüz savaşçı olacağımızı ispat ettik. Bu birlikle yeni bir devlet kurduk. Devletin marşı ise Mehmet Akif Ersoy’dan geldi… İstiklal Marşı’mızı okurken yüreğimizin sızlaması ve göğsümüzün kabarması boşa değildir. Bize birliğimizi anlatan kelimeler şairin gönlünden kopup gelmiştir. Acı günler tekrar yaşanmasın diye, gayemizin ne olduğunu tekrar tekrar, her okuduğumuzda hatırlayalım diye yazıldı o mısralar:
“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ruhumun senden İlahi şudur ancak emeli:
Değmesin ma’bedimin göğsüne na-mahrem eli;
Bu ezanlar – ki şehadetleri dinin temeli –
Ebedi, yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım;
Her cerihamda, İlahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na’şım!
O zaman yükselerek Arş’a değer, belki, başım.”
İşte böyle bir iman gücü ile milliyetçi, vatanperver anlayış birleşince o hilal çatmaz kaşlarını… Lakin ne acıdır ki bir müddet sonra devlet erkanının bir kısmı tarafından unutulmaya yüz tutulan bu değerler, halkı yeniden çile dolu günlere gark etmiştir. Durur mu hiç aydın olan bu çile karşısında.. Halkın dili olmaz mı hiç aydın olan! Tanır mı din-i İslam’a kılıç çekmiş Batılı güçlerin maşasını, susar mı gördüğü yanlışlık karşısında! Ama edep ile, yıkmadan, yakmadan anlatır derdini… Devlete baş kaldırmadan…
‘Hürriyeti aldik! ‘ dediler, gaybe inandık;
‘Eyvah, bu bazicede bizler yine yandık! ‘
Cem’iyyete bir fırka dedik, tefrika çıktı:
Sapsağlam iken milletin erkanını yıktı.
‘Turan ili’ namiyle bir efsane edindik;
‘Efsane, fakat, gaye! ‘ deyip az mi didindik?
Kaç yurda veda etmedik artık bu uğurda?
Elverdi gidenler, acıyın eldeki yurda!
Diğer şiirinde ise,
Vefa yok, ahde hürmet hiç, lafe-i bi medlul
Yalan raiç, hiyanet mültezem, heryerde hak meçhul
Ne tüyler ürperir ya rab, ne korkunç inkılab olmuş
Ne din kalmış ne iman, din harab, iman türab olmuş
Böylesi cesaretle vatan üzerinde oynanan oyunlara savaş açmış milli şair, bu uğurda hayatını feda etmiş lakin gel gör ki kıymeti bilinmemiş. Akif’in cenazesinde devlet erkanından tek bir kişi bile katılmazken tabutu ise çıplak bir şekilde mezara götürülmüş. Bir de tabutuna sahip çıkanlar, al bayrağa sarıp cenaze namazını kılarak başında bildiri okuyanlar polis tarafından sorguya çekilmiş. Düşünün, İstiklal Marşı’nı yazan ve bunun karşılığında hiçbir ödülü kabul etmeyen o mütevazı ve vatanperver insanın cenazesine devlet sahip çıkmıyor. Niye çünkü halkı, milleti, vatanı, din-i İslam’ı her ne olursa olsun savunup yanlışları haykırdı diye… Böyle vefa yoksunluğunun hesabı nasıl verilir acaba! Yazık ki ne yazık!
Mehmet Akif bir an bile davasından vazgeçmemiştir. O, bu mücadelesinde tek kalsa bile yılmamaya yemin etmiştir. Milleti uyandırmak ve birliği sağlamak için zulüm karşısında boyun eğmemiştir. 2. İstiklal Savaşını verdiğimiz bugünlerde şiarımız Akif olmalı… Onun anlattıkları bize ders olmalı. Şiirleri her gün okullarda nesillere öğretilmeli. Millet olarak bizler nasıl bir oyun içinde olduğumuzu onun şiiilerinde bir kez daha görmeliyiz. Nasıl bir canavarla ve zulümle karşı karşıya olduğumuzu bir de ondan öğrenmeliyiz. Ve onun dizeleri ile haykırmalıyız cihana:
“Yılmam ölümden, yaradan, askerim;
Orduma, «gâzî» dedi Peygamberim.
Bir dileğim var, ölürüm isterim:
Yurduma tek düşman ayak basmasın.
Âmin! desin hep birden yiğitler,
«Allâhu ekber! » gökten şehidler.
Âmin! Âmin! Allâhu ekber!
Türk eriyiz, silsilemiz kahraman…
Müslümanız, Hakk’a tapan müslüman.
Putları Allah tanıyanlar, aman,
Mescidimin boynuna çan asmasın.
Âmin! desin hep birden yiğitler,
«Allâhu ekber! » gökten şehidler.
Âmin! Âmin! Allâhu ekber!
Millet için etti mi ordum sefer,
Kükremiş arslan kesilir her nefer,
Döktüğü kandan göğe vursun zafer,
Toprağa bir damlası boş akmasın.
Âmin! desin hep birden yiğitler,
«Allâhu ekber! » gökten şehidler.
Âmin! Âmin! Allâhu ekber! Allâhu ekber!
Ey Ulu Peygamberimiz nerdesin?
Dinle minâremde öten gür sesin!
Gel, bana yâr ol ki cihan titresin,
Kimse dönüp süngüme yan bakmasın.
Âmin! desin hep birden yiğitler,
«Allâhu ekber! » gökten şehidler.
Âmin! Âmin! Allâhu ekber! Allâhu ekber!”