Günlerdir cemaat ve tarikatler üzerinden bir tartışmadır gidiyor.
Birileri “anayasaya aykırı” diyor. Birileri “gelenek” diyor.
Birileri “şeffaflaştırılmalı” diyor. Bir başkası “devletleşmemeli” diyor.
Bir başkası “cematlerin ve tarikatları kapatan kanun insan haklarına aykırı ve hukuki değil” diyor.
Diğeri, Cumhuriyetçilik, laiklik ve Atatürkçülük’ten vuruyor.
“Cemaat cemaatliğini, devlet devletliğini yapsın” deniyor.
Bir başkaları da çıkıp “Peygamber Efendimiz’in döneminde tarikat mı vardı” diye topyekün tarikatları reddetmeye kalkıyor.
Tasavvuf büyüklerini ve düşüncelerini şirk yapan ilan ederek Allahlık peşinde koşuyor.
Ne kadar boş tartışmalar hem de bomboş!!!
Bizi hiçbir yere vardırmayan toplumun aklını karıştırıcı ve oyalayıcı kuru tartışmalar…
Evet, cemaatlerin ve tarikatların siyasetle içli dışlı olması ve rant beklercesine topluluk olmanın gücünü kullanmaları yanlıştır.
Tasavvufun ruhuna aykırıdır.
Devletleşmeye ve devlet üzerinde hakimiyet kurulmaya çalışmaları hatta tekfircilikle diğer toplumları dışlamaları kabul edilesi ve onaylanacak bir şey değildir.
Faal olmaları anayasaya aykırıdır ancak anayasanın o hükmü de insan haklarına ve özgürlüklere uygun değildir.
Geçmişte yapılan kolaycılığa kaçarak kapatmaya gidilmesi sorunları bitirmediği gibi gördüğümüz üzere bugün büyük sorunlara yol açmış ve sahtelerin meydanda at koşturduğu bir hale bürünülmüştür.
Boşluk hakiki olmayanlarla doldurulmaya kalkılmıştır.
Siyasetçilerde iktidara gelebilmek adına nüfus bakımında kim daha çoğunluktaysa pazarlıklara girişmiş ve devletin başına büyük sorunlar açmışlardır.
FETÖ buna en iyi örnektir. Şimdi FETÖ bitti ancak başka cemaatler üzerinden bu eğilim devam ediyor.
Şunu açıkça ortaya koymak gerekir ki FETÖ bir tarikat ya da dini bir cemaat asla değildir.
Diğer taraftan devletleşmeye kalkan herhangi bir tarikat süsü verilmiş topluluk da hakiki bir tarik ve tasavvuf ehli değildir.
Bu fikirleri ortaya koyduktan sonra gelelim asıl meseleye…
Dedik ya böyle tartışmalar kafa karıştırıyor.
İşte kafa karışıklığından biri: Peygamber Efendimiz döneminde tarikatlar mı vardı?
Ona bakarsak Peygamber Efendimiz döneminde mezhepler de yoktu, felsefi düşünceler de yoktu, fıkıh, hadis, tefsir, İslam hukuku diye bir dal da yoktu.
O zaman bunların hepsini red mi edeceğiz?
Varlığı isimlendirilmemiş ama halen yaşanılan asrı saadet dönemindeki bu müesseselerin ana kaynaklarını idrak edemezsek işte o zaman böyle sorular sorarız.
Nitekim bu soruların kaynağının da nereden geldiği bellidir.
Selefi-Vehhabi anlayışının tam merkezinde bu bakış var.
Bu bakışın hakim olduğu söz konusu akım buna dayanarak her şeyi tekfir edip üstünlük taslıyor ve kendisine her şeyi mübah kılıyor. Ki bu akımın en büyük düşmanı da İslam’ı halen yaşayan ve Muhammedi Hakikatin ölçüsünde hayy’at bulan tasavvuf ehli ve anlayışıdır.
Şimdi biz tarikatların ve cemaatların varlığını inkar etmek ya da kapatmak yerine bugün en büyük tehlike olan Selefi-Vehhabi akıma karşı tasavvufun varlığını ve anlayışını idrak etmeye çalışsak İslam’a daha çok katkımız olmaz mı? İslam’a yönelik daha çok faydamız olmaz mı?
Tasavvuf’un özünü yeniden canlandırmaya çalışırsak sahteleri yani Kur’an dışında hareket edenleri de kendiliğinde yok oluşa böylelikle sevk etmiş de olacağız.
Ancak ne yazık ki biz hala hakikati geçmişte arar vaziyetteyiz. Hakikatin dahi ne olduğunu tam anlamış değiliz.
Tasavvufun hakikate doğru bir yolculuk olduğunu ve bugün yaşayan hakikat Er’lerini dahi kabul etmiyoruz.
Bunun arayışında dahi değiliz.
Böyle boş tartışmalarla oyalanıyoruz öbür taraftan Suudi Arabistan merkezli Selefi-Vehhabi akımın üyeleri çok çalışarak kendi fikirlerini pazarlamaya devam ediyor.
İslam’ı her geçen gün daha çok tahrip etmeye çalışıyor.
İşin en kötü yanı da kendini İlahiyatçı ilan eden hocalarımız, İmam Hatipler başta olmak üzere Selefi-Vehhabi ekollerinin fikirlerini farkında olmadan benimsemiş ve bunları öğretir konumda.
Alttan alta bir radikalizm ve İslami olmayan bir inanç yaygınlaşırken biz bu anlayışın panzehirini farkında olmadan tekfir ediyoruz. Tarikatlar yok, kaldırılmalı, yaşatılmamalı diyoruz!
FETÖ gibi çeteler yüzünden ki bunlar tasavvuf ehline yönelik yapılan bir operasyondur da aynı zamanda, onların emelleri çerçevesinde hareket ediyoruz.
Hala bu tartışmalarla FETÖ başta olmak üzere İslam’a düşmanlık besleyenlere hizmet ediyoruz.
Asrı Saadet dönemindeki Peygamber Efendimizin uygulamalarına baktığımızda tam da merkezinde tasavvufun olduğunu görmek hiç de zor değil aslında. Yeter ki görmek isteyelim, yeter ki buna niyetli olalım.
İşte bu tasavvufun bu öz halini hep birlikte tüm Hak Tarikatlarla birlik ve beraberliği inşa ederek çıkar ve rantı bırakıp her şeyin maliki Allah olduğunu ve rızkın tek sahibinin O olduğuna kanaat getirerek İslam’a hizmet halinde hem yaşayıp hem de yansıtabilirsek o zaman İslam’ı Peygamber Efendimiz’in tebliğ ettiği haliyle yaşamaya başlarız.
İslam’ı her alandan soyutlamak yerine her alana öz haliyle nüfuz ettirir hale getiririz ki işte Türk-İslam alemi ancak böyle şaha kalkar. İslamiyet ancak böyle öz halini bulur.
Arapların geleneklerini ve taassubi anlayışının yaymak için bu kadar çalışan bir Selefiler kadar olamıyorsak işte o zaman büyük bir vebalin altında eziliyoruz demektir. Nitekim olamıyoruz da!!!
Asıl sorun burada.. Ve ne yazık ki bunun farkında olan çok az kişi…
Devlet nezdinde, iktidarda bile bunlar fark edilmiş değil maalesef!
İslam’ı Arap geleneği ile yaşamayı İslam’ı yaşıyor zannediyoruz. Herkesin kendi tercihidir ancak bu bir dayatma ya da gözle görünmeyen bir baskı haline dönüşüyorsa o zaman sıkıntı büyüktür ve gittikçe büyümektedir.
İşte alın size Selefi-Vehhabi operasyonun bir yüzü daha!
İslam’daki aşk, muhabbet, cemal, yardımlaşma, kendinden önce başkasını düşünme, tekfircilikten uzak durma, paylaşma hakikatlerini bir rafa kaldırdık.
Ekranlarda bunlardan hiç bahsetmez olduk.
Sürekli FETÖ konuşulurken Tarikat ehline ve tasavvufa karalar çalar olduk.
Sonra da sorunlar çözülmeyince kaynağı tasavvufta gördük, çözüm ise basit; hadi kapatalım, hadi bunlara yaşama hakkı vermeyelim.
Uyanalım artık uyanalım.
İslam düşmanlarının oyunlarına gelip onların maşaları olmaktan vazgeçelim.
Özümüze dönelim, özümüzü hatırlayalım..
Boş tartışmalarla, bizi sonuca götürmeyecek sorularla ve münakaşalarla uğraşacağımıza oturup tefekkür edelim.
Biz nerelerdeyiz, ne yapıyoruz?
Hakk doğrultuda mıyız yoksa batıl da boğuluyor muyuz?
Bizim yükümlülüklerimiz neler? İslam ile şereflenmiş olmak bir lütuf ancak bu dünyaya göz açmanın sorumluluğu da elbet var.
Ama biz bir balık gibi bilinçsiz ve idraksiz bir şekilde kulaç atıp, hayat kaynağımızın farkında olmadan birbirimizle çarpışıyoruz.
Boş işler peşindeyiz boş! Kendimize gelelim artık… İlla ki biri bizi sudan çıkarınca mı suyun farkına varacağız?
İşte o zaman da çok geç olabilir. Bize sunulan hakikat suyunun artık farkında olalım ve o suya taş atacağımıza alıp göklere çıkaralım vesselam..