Yunus sen bu dünyaya niye geldin
Gece gündüz Hakk’ı zikretsin dilin
Enbiyaya uğramaz ise yolun
Göçtü kervan, kaldık dağlar başında
YUNUS EMRE
Nereden geldik, neden geldik, nasıl ve niçin yaratıldık, kim yarattı gibi sorular, insanının cevap aradığı en temel sorulardır. Zira bu sorulara verilecek cevap varoluşun anlamını kavramanın yahut varoluşa anlam kazandırmanın en temel şartıdır.
Temel sorular bunlardır ama verilen cevaplar kişinin inanç anlayışına göre değişiklik göstermektedir. Uzunca bir süre bu sorulara dinin verdiği cevaplar kabul görürken daha sonraları felsefe ve ilimler de kendilerince açıklamalarda bulunmuşlardır. Hele bir evrim nazariyesi ortaya çıkarılmıştır ki son iki asırdır bütün dünyada kabule zorlanan da bu görüş olmuştur. Bu görüşte ilk kabul şudur. “İnsan bir hayvan türüdür.” Buna göre insanın atası da hayvan (maymun)dur ve evrimleşme yoluyla zamanla insana dönüşmüştür.
Bu anlayış, her ne kadar varoluşu ilimle açıklamak gibi masum görüntülü bir gerekçeye sığınsa bile temelde amacı vahyin yaratılış açıklamalarını çürütme niyetidir. Böylece yaratılış konusunda ilim ideoloji halini almış, Batı’nın emperyalist gayelerinin hizmetkârı olmuş ve insan olması gereken bir anlamdan başka bir tanımlamaya konu olmuştur.
Biz, yaratanın Allah olduğuna, yaratılış şeklimizin Kur’an’da açıklandığı şekilde gerçekleştiğine inanır, iman ederiz. Yaratılış amacımız Allah’a kulluk, dünyaya gönderişlimiz ise fıtrata uygun düzgün bir yaşam sürmektir. Ölümü de ölümsüzlük âlemine açılan bir kapı olarak biliriz. Bu bilgiler doğum öncesinden doğuma, doğumdan ölüme, ölümden ölüm sonrasına dair bir açıklamaya sahip olduğu için hayata anlam yüklemede zorlanmayız. Evrime inananlar ise hayatın temel sorularına cevap bulamadıkları için varoluşu “saçma” olarak görürüler. Onların algısı doğum ve ölüm arasına sıkışmış bir algıdır. Öncesi ve sonrasına dair bir açıklamaları yoktur.
Bu konuya neden değindik? Harran Üniversitesinde 30 Kasım-2 Aralık 2017 tarihlerinde “İlimler ışığında yaratılış kongresi” düzenlendi. 25 ülkeden 140 akademisyenin katıldığı bu toplantıda Türkiye’de hatta dünyada bir ilk gerçekleştirildi ve yaratılış meselesi sadece biyoloji uzmanlarının yaklaşımıyla değil ilahiyat, felsefe, psikoloji, antropoloji gibi değişik disiplinler açısından da ele alındı. Ortaya çok önemli sonuçlar çıktı ve bunlar bir kapanış bildirisiyle kamuoyu ile paylaşıldı.
Biz de bu kongreye “Yunus Emre’de Yaratılış ve Tekâmül Fikri” başlıklı bir tebliğle katıldık ve Yunus Emre’den hareketle tasavvufun yaratılış ve tekâmül konusundaki yaklaşımını ortaya koymaya gayret ettik. Bize göre bu konuda tasavvufun ne söylediği çok önemliydi. Zira hiçbir pozitif ilim, insanı fiziki varlığının ötesinde anlama imkânına sahip değildir. Bunu yapabilen insanı metafizik varlığıyla açıklayabilen tek disiplin tasavvuftur. Özellikle Yunus Emre’nin Risalet’ün-Nushiyye adlı eseri tam da bu konuyu ele almaktadır.
Söylenecek söz çok elbette. Bunu tebliğimizde vermeye çalıştık. Burada Yunus Emre’nin birkaç dizesini hatırlatarak var oluşun nasıl anlaşıldığını belirtmiş olalım. Bu konuda akla gelen ilk şiiri “Milk-i Bekâ’dan gelmişem/Fani cihanı neylerem/Ben Dost cemalin görmüşem/
Huri cinanı neylerem” Buna göre bir beka âlemi var. Oradan fanilik âlemine (dünyaya) gönderildik. Buradan tekrar gideceğiz. Bütün bu olayların faili ise Dost (Allah)’tır. O bizi insan olarak yaratmış, bir tekâmül süreci imtihanına tabi tutmak için dünyaya göndermiştir. İnsan, ölüm denen olayla bedeni aslına yani toprağa dönüşse bile canı (ruhu) ile geldiği yere gidecek ve ayrıldığı varlıkla yeniden bütünleşecektir. (Vahdet). Meseleye sadece bu kavramların ışığında bakmak, hayatın temel dört sorusunu yani kim yarattı, nasıl yarattı, ne(yden) yarattı ve niçin yarattı sorularının cevaplarını bulmamızı sağlayacaktır. Evrim teorisi ise özellikle niçin ve kim tarafından yaratıldığımız konusunda bir cevaba, açıklamaya sahip olamadığı için son iki asırdır insanlığı çıkmaza, bunalıma sürüklemiştir. Bugünkü savaş, sömürü, terör, adaletsizlik gibi bütün sorunların en temel sebebi de budur.