Bazen bir hamûş hâl içine bürünmek ister insanoğlu. Sadece düşünceye adar kendini. Düşünceler içinde arar hakikati. Onun için susmak; belki taa uzaklardan duyulacak kadar büyükçe bir haykırış, belki de hakikatten zuhura gelen bir hadisedir.
Konuşmak istemez cân, ne bir ses ne bir seda. Derin derin dalar uzaklara içinde bir şeyler ararcasına. Sevdiğini arar belki yahut Hakk’ın nazarını arar bir kulda. Kimbilir gökyüzünde aramaktan bıkmıştır belki Hakk’ın suretini, yeryüzünü seyre dalan bir hâle geçmiş, hâl ile ahvallenmiştir. Ben size şahdamarınızdan daha yakınım buyuran Cenab-ı Allah’ın suretine mahzar olabilmek isteyen cân, arar bir kâmil insan.
Kimi zaman düşünüyor insan, farklı farklı sorular dolaşıyor zihninde. O yüzden giyiyor sessizliği üzerine. Konuşmak istese boşa, anlatmaya kalksa boşa. Yalnızlığına isyanda buluyor birdenbire kendini. Şöyle bir silkiniyor önce ve hatırlıyor evliyaullah sözü gönülde:
“Bende olduğunu ne kadar hissediyorsan, sende olduğumu o kadar hissediyorum.”
Hissiyata bakar mıydı böylesi işler? Hakk kainat içinde farklı farklı bedenlere bürünüyor başka başka suretler içerisinde seyr ediyorsa cümle âlemi bizden ayrı olduğunu düşünmek ve Allah’ı göklerde aramak ancak ve ancak saplantılı bir hâle delalettir. Allah’ı hissetmek ve her baktığın yerde O’nu görmek varlığının güzelliği ile donanmaya vesiledir.
Sen yeter ki hisset, gönlünde duy sevdasını. O her dem yanımızda. Ayrı olan sensin bunu sakın unutma. Hatırlamak istediğin her an Cenab-ı Hakk gönlünün bir köşesinde. Tek yapman gereken Hakk’ı gönül tahtına sahip eylemek, gönül konağında misafir değil ev sahibi haline getirebilmek. Bu işler yürümez peynir gemisiyle, icraat içinde olmak gerek. Gönülde Hakk’ın nazarıyla daim müşerref olmak gerek.
Noktanın merkezine ulaşmak ister insan daima. Lakin bilmez ki noktalar kümesi içinde gizlidir Hakk nazarı. Ulaşmak isteyen kimse adeta bir kurbağa misali su üzerindeki yapraklardan teker teker geçerek ulaşacaktır karaya. Ne ikişer ikişer atlamalı yaprakları, ne adım atamadan suya yuvarlanmalı. Sadece biraz tefekkür mutlak zâtın nazarıyla müşerref olmaya yetecektir. Anlatmaya çalıştığımız kadar bir nebze olsun içimize dönerek anlamaya çabalasak belki her şey daha farklı olacak, belki daha kısa zamanda mutlak hakikat ile bir bütün olacağız.
Cenab-ı Hakk öldükten sonra ulaşılacak bir makam, bir suret veyahut bir varlık değildir. O’nun bizlerden istediği dünya hayatı içerisinde ölmeden evvel ölmenin lezzetini tatmamızdır. Bu mana yüklü istek, aslında tek bir şeye işarettir. “Allah’tan gayrı hiç bir nesne yoktur.” İşte bu lafz ile yoldaş olduğumuz zaman mananın hikmetine vasıl olacağız.
Peki Allah’tan başka bir nesne yok ise ve O’nu dünyada görmemiz, dünya hayatı içerisinde O’na ulaşmamız isteniyorsa, Hakk’ı nasıl bulacağız, ölmeden Hakk’ın suretiyle nasıl buluşacağız?
Elbette ki Hakk’ın nazarıyla bir cemâl olmuş kâmil mürşidde. Kâmil mürşidin cemâlinde zuhur edecek Cenab-ı Hakk’ın varlığı, O’nunla vücut bulacak Allah’ın sureti. Ve insan bırakacak kendini aşkın ellerine. Hakk’a bırakacak kendini, yolunu bulacak cemâlinde. Rabıta kuracak kaşları arasında ve tecelliyat dediğimiz mana âlemiyle tanışacak. Yoluna adıyacak kendini nedensiz. Avuçları içinde arayacak huzuru. Düşlerinde olacak daim Hakk. Hizmet edecek gönülden. Umutlarını, kararlarını, hayatını bırakacak O’nun ellerine. Bilecek nereden geldiğini her musibetin ve yine bilecek her güzelliğin kime ait olduğunu. Gözlerinde bulacak aradığı sevdayı, cemâlinde unutacak tüm sıkıntılarını. Bu hâl ile ulaşacak Hakk’a, bu hâl ile görecek kâmil mürşid cemâlinde Allah’ı. İşte bu hâl ile bulacak her dem yanında olup dokunamadığı Rabb’ini.