Bir serüvendi içinde yaşadığımız hayat-ı şahane.
Başlangıcına ve sonuna dair hiçbir şey bilmediğimiz gizdi.
Düşüncenin zihni duraksamaya uğrattığı, muhabbetin ise sırrın âlâ sır bir makamdan seslendiği bir aşk idi adeta.
Öyle ya başı da sonu da Sen değil miydi?
Yaratılışın âlâ bir seferin başlangıcı olmasında saklıydı belki de her şey.
O insanı bir “alak”dan yarattı. (Alak Sûresi/2)
O “alak”da gizliydi türlü türlü âlemler…
O ufacık kan pıhtısıydı bugün beşer sureti meydana getiren.
…
Gizin muhteşem büyüsü tam da bu noktada başlıyordu.
Yaratılışı itibariyle bir devrana dahil olan insan ne acayip bir âlemdi.
Baştan ayağa Cenâb-ı Hakk’tan bir yansıma…
Vârlığına ispat…
“Bürhân sorardım aslıma aslım bana bürhân imiş
Ben taşrada arar iken ol cân içinde cân imiş” buyuruyor ya Niyâzi-i Mısrî Hazretleri böylesi bir Bir’liktelik.
Bir’den oluş…
…
Keşfi bekleyen bir diyârdı içerisi.
Ruhlar âlemi…
Ruhun âlemler ile irtibatı…
Herkese yine kendinden seslenen, kendisiyle şadan eyleyen, kendisini yine kendisiyle seven, kendisinden seven bir Allah…
Hane-i Rahman’ın sahibi Hayy Allah…
Sevgiyle yücelen bir muhabbetin kalbe düşen terennümleri öyle titrek bir edâ ile dokunur ki câna…
Meyledişin meyillere dökülüşüdür bir nevi…
…
“Bir Allah var idi ve yedi günde tüm âlemler yaratıldı.
İnsan topraktan şekillendirildi, yasak meyveyi yemesiyle zahir yaşamı başladı.”
Yaratılışın o yüce kudreti bu üç dört cümle ile nasıl sınırlandırılabilirdi ki?
Bu metaforların içerisinde nice nice inci mercanlar dürülmekte.
Haydi kabukları kaldır kaldırabilirsen…
Kur’ân-ı Kerim nüzul eylemeden önce de yaratılışın bu metaforu nesilden nesile aktarılmıyor muydu?
O halde yaratılış deyince neden bu noktada sınırlı kalıyoruz?
Yaratılış Destanında anlatılan Tanrı Kayra Han ve Kişi (Erlik)’nin arasındaki olayları, Tanrı Kayra Han’ın bir ağacı yarattıktan sonra etrafında insanların sadece belli dallardan meyve yemelerini, Kişi’nin düşüncelerini değiştirmesi neticesinde yasak dallardan da meyve yediklerini biliyoruz.
Demek ki bu mitik anlatıların ardında derin bir mânâ saklı.
Neden yaratılışın o muazzam mânasına odaklanmayız da ceza merkezli bir dine rabt oluruz?
Neden cennet ve cehennem endeksli bir yaşam süreriz?
Ne diyor Yunus:
“Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşk ile birkaç Huri
İsteyene ver onları
Bana Seni gerek Seni.”
…
Deruni bir sevginin izharı olan bu yaşam Ya Huu ne harika…
Cıvıl cıvıl…
Sevgi dolu, muhabbet dolu…
Kendisini kendiyle yine kendinden seven bir Rabbimiz var.
Böylesi cilve ve naza insan nasıl hayranlık duymaz?
Rabbimin sevgisini arzu etmek varken O’nu daha çok, her ân biraz daha fazla sımsıcacık sevmek varken neden cehennemde yanmamayı dileyeyim?
O’nun aşkına, mânâsına kalbimi açmak varken niçin korkularımda kaybolayım?
…
Ağğ ki kona gönül bahçesine aşkın kuşu, konsun da bülbül gibi şakıyayım…
Ya Allah… Allah Hayy… Allah Hakk…
Tüm okurlarımıza gönül dolusu bir sevgi ve heyecan ile selam ederim.