Geçen haftaki yazımızın devamı…
Yine Hâkime Sultan, İmâm Muhammed Mehdi Hazretlerinin göbeğinin kesilmiş olarak doğduğunu ve diğer çocuklar gibi doğarken ağlamayıp, güldüğünü ve sağ kolunda İsrâ Suresi’nin 82 âzahakalyeti olan “Câel hakku ve zahakal-bâtılu innel-bâtıla kâne zahûka” ayetinin yazılı olduğunu gördü. (Hak geldi, bâtıl yok oldu, çünkü bâtıl daima yok olmaya mahkûmdur.)
Başka bir kimse de şunları rivâyet etti:
“Bir gün İmâm Hasenü’l Askeri Hz.lerinin huzurlarına girdim ve:
– Ey Nebiyy-i Zi-şân’ın mübarek torunu! Senden sonraki halife ve imâm kimdir, dedim.
Bu suâlim üzerine Hazret ayağa kalktı ve bir odaya girdi, biraz sonra omuzunda küçük bir çocuk olduğu halde dışarı çıktı. Çocuk üç yaşlarında kadar vardı. Mübarek simâsı ayın on dördü gibi parlıyordu. Hz. İmâm bana dönerek:
– Sen eğer yanımda makbul bir kimse olmaya idin bu çocuğu sana göstermezdim. İşte benden sonra mutlak halife ve İmâm budur. İsmi Muhammed, künyesi ise Ebûl-Kâsım’dır.
O gördüğün çocuk cevr ve zulm ile dolmuş olan dünyayı adâlet ve doğrulukla doldurur, dedi.”
Başka bir kimse de şunları anlattı:
“Bir gün Hasenü’l-Askeri Hz.lerini ziyarete gittim. Sağ tarafında bir hücre gördüm ve o hücrenin kapısı üzerine bir perde asılmıştı. Kendilerine:
– Yâ İmâm! Sizden sonra hilâfetin sâhibi kim olacaktır, diye sordum. Bana cevaben:
– Şu perdeyi kaldır, dedi. Ben de kaldırdım ve o sırada içeriden küçük bir çocuk çıktı. Çocuğun sağ yanağı üzerinde siyah bir ben vardı. Saçları uzundu. Çocuk gelip Hz. İmam’ın kucağına oturdu. Hz. İmâm buyurdular ki:
– İşte benden sonra İmâm ve zamanın sâhibi budur, dedi.
Bunun üzerine çocuk İmâm Hz.lerinin kucağından indi. Babası çocuğa hitâben:
– Ey oğulcuğum, içeri gir ve zuhur zamanın gelinceye kadar orada kal, dedi. Ve çocuk da çıktığı hücreye girdi. Ben bu olanlara hayretle bakarken, İmâm Hz.leri bana:
– Kalk o hücreye git, bak bakalım orada kim var, dedi. Ben de hücreye girdim ve kimseyi göremedim.
Hz. Mehdi as. hakkında rivayette bulunanlardan biri de şunları anlatmıştır:
“Abbâsi halifelerinden Muktezid-billah iki adamını göndererek beni çağırttı. Ben de o adamlarla halifenin yanına gittim. Halife bana:
-Hasenü’l – Askeri’nin Samara’da vefat etmiş olduğunu duydum. Üçünüz gidip O’nun evinin her tarafını arayın ve oğlunu alıp bana getirin, dedi.
Halifenin emri üzerine gizlice Hz. İmâm’ın evine gittik ve içeri girdik. Evin içini aradık fakat kimseyi bulamadık. İçeride kapısı perde ile kapalı bir hücre gördük. Perdeyi kaldırıp içeri girdik. Hücrenin sonunda bir yer altı odası dikkatimizi celbetti. Oraya girdik. O odanın sonunda su dolu büyük bir havuz ve suyun üzerine yayılmış bir hasır vardı. Suya doğru yaklaştık, yaklaştık. İyice yaklaşınca güzel ve gayet nurani yüzlü bir kimsenin o hasır üzerinde namaz kıldığını gördük. O zât bizim gürültümüze ve gelişimize hiç aldırış etmedi ve namazına devam etti. Benimle gelen arkadaşlardan bir tanesi halife Muktezid’e yaranmak ve onun gözüne girip bahşiş koparmak hırsıyla suya atlayıp o zâtı tutmak istedi. Fakat suya batdı. Kendisini kurtarmasaydım suda boğulacaktı. Bu hâdiseden ibret almayan diğer arkadaşı da aynı şekilde suya atlayıp o zâtı tutmaya teşebbüs etti ise de o da boğulmak üzere iken onu da kurtarıp sudan çıkardım. Ben bu olanlardan dolayı bir müddet şaşkınlık içinde kaldım. Ne yapacağımı bilemedim. Nihayet kendime gelince ve İmâm Muhammed Mehdi as olduğuna kanaat getirdiğim O zâtı şerife dönerek:
– Ey hâne sâhibi olan zât-ı şerif! Bu yaptıklarımız edebsizlikden dolayı Allah teâlâ hazretlerinden ve sizden özür diliyor affınıza sığınıyoruz, dedim ve bunu tekrar tekrar söyledim. Fakat benim bu sözlerime hiç iltifat etmedi ve karşılık vermedi. Biz de huzurlarından ayrılarak halifenin yanına gittik. Bütün bu olanları ona anlattık.
Halife bize:
– Bana anlattıklarınızı kimseye söylemeyeceksiniz. Eğer söylediğini duyacak olursam hepinizin başını keserim, dedi.
Biz de bu hâdiseyi halife ölünceye kadar kimseye anlatmadık.
Muhyiddin-i Arabi Hz Mehdi as hakkında “Anka-i Mugrib isimli eserinde” şunları yazıyor:
“Celâl ve azamet sâhibi olan Cenab-ı Hak bu Hatm-i mükerremi, bu metbu-i muazzamı, bu vilayet sancağını taşıyanı bu ümmetin İmâm-ı hâkim ve hâtemini bu imâm-ı eşref-i ecell ü akdes ve a’zamını Kur’an-ı Keriminin birçok yerinde zikr ve medhediyor.
Bunlardan:
“Bakara sûresinde iki yerde, Âl-i İmranda dört yerde, Nisâ sûresinde dört yerde, Mâide de sekiz, En’am da bir yerde, Berâe bir yerde, Meryem de iki yerde, Enbiya da bir yerde, Şurâ da bir yerde, Zuhruf da bir yerde, Hadid de bir yerde, Saf sûresinde ise iki yerde buna ait ma’lûmat buldum.” diyor. Ve bu sûrelerde ne sûretle işaret vaki olduğunu uzun uzadıya izah ediyor.
Bundan başka diğer sûrelerden de bahsediyor. Ve devamla Hz. Mehdi as zuhûr ettiği zaman; müşavir-i hass’ı olan “Ali” nâmındaki zât sağ tarafında yer alacaktır.
Bu zuhûr yerden göğe bir nûrâni direk çekildiği ve insan kudretinin sular ve denizler üzerinde hüküm sürdüğü güneşin “Cevzâ” burcuna girdiği zaman olacaktır.
Eğer Hz Mehdi as’ın zamanında Hz Resulullah sav bulunsa idi tıpkı Hz Mehdi as gibi hükmederdi. Bütün mezhepleri yeryüzünden kaldırır yalnız hâlis ve saf din kalır.
Hz. Mehdi as ın düşmanları taklit ehli olan zâhir âlimleridir.
Bir de kendi kendine müctehidlik taslıyanlardır. Bunların düşmanlığı kendi bilgilerinin ve arkasına düştükleri imâmlarının söylediklerinin aksine hüküm vermesinden ileri gelecektir.
Erbâb-ı keşf ve şuhuddan ehl-i hakikat olan Ârif-i billâhlar ona biyat ederler.
O’nun ehlullah’dan yardımcıları vardır. Bunlar Hz. Mehdi as mın vezirleridir. Memlekette vukua gelen her türlü darlığı ve sıkıntıyı gidermeye çalışırlar.
(26.7.1992 de rahmetli Baha Doğramacı -1920-2014- arşivinden )
MUHABBETLE…