Sözünü ettiğimiz her şey var mıdır? Yok dersek o zaman nasıl bahsedebiliyoruz? Yok demenin altında bir “Var” bulunur..

Mesela kendimizin doğmadan önce yok olduğunu var olduktan sonra anlıyoruz. O zaman açık bir itirafta bulunmaktayız; biz aslında doğmadan önce de vardık, yok değildik. Sadece doğumdan öncesinin bilgisi bizde mevcut olmadığı için yok sanısındayız. Allah, tek olan Var’lıktır. Kendinden var ettiği için varlığımız mevcuttur, yok gibi görünen kısmı ise O’ndan yaratılmış olmamız. Çünkü yaratılınca Yaradan’dan ayrıca bahsederek bir kopukluk ve ayrılık olmuş gibi algılarız..

Tasavvuf tam da burada devreye girer yani ayrılık olmadığını Hakk’ın var’lığının bünyemizde, içimizde olduğunu anlatmaya çalışır. Yani Yaratıcı bizde ve bizdendir. Eğer O’ndan tamamen bağımsız olsaydık dokuz ayın sonunda bebeğin anneden ayrılması gibi evet, o zaman O’ başka bir yerde, O’ ayrı ben ayrı, diyebilirdik belki. Ama öyle olsaydı Allah’ın Yaratıcılık vasfı da bitmiş olurdu. Çünkü bize bakmak için sürekli müdahale etmesi gerekirdi ki bu da acizlik değil midir? Yani annemiz bize bakmak için efor harcar, yorulur. Dikkat edelim ki, anne de çocuğuna bakmak için harekete ve güce ihtiyaç duyar. İşte Hakk, insani vasıflardan beridir ve her türlü noksanlıktan bu şekilde münezzehtir..

Bir itiraf daha; doğmadan ‘önce’, öncesinin var olduğuna bir kanıt daha. Bu anlamda yokluk terimi iptal olur, çünkü “yoksa” kimsenin hiçbir şeyi bilmemesi ve habersiz olması gerekirdi ki sözünü edemesin. Bu yüzden maddeyi, nefsi yok edemeyiz. Ölünce de yok olmayız, yaşamımız son bulur sadece. Bu açıdan her şeyin bir sonu, bitişi vardır ama yok olacak diyemeyiz, varlığa karışacak diyebiliriz. Bu anlamda Allah’ın her yarattığı bir varlık bildirisidir ama biz bunu bilemiyoruz, çünkü yoklarla yaşıyoruz..

Varlığının Hakk ile Hayy ve kaim olduğunu bilen Dost, varlığın sırrına ve mahiyetine erdiği için varlık bildiricisidir. Dost, varlıkların tanıtıcısıdır. Ne anlamda, nasıl, ne şekilde bir var olma söz konusu, hepsinin öğreticisidir Dost. Bilen Hakk’tır, bildiren Dost’tur. Bilinen ise yaratılanlardır. Dost’una bildiren Hakk’tır, bilen Dost’tur. Bilinen ise yine yaratılanlardır..

Daha öz ifadeyle Hakk, yarattıklarını bilen ve Dost’a yarattığının bilgisini verendir. Bu bildirişler dahi bir yaratmanın eseridir. O halde Hakk ve Dost bilgi sahibi olup halka ve âleme aktarandır yani bizler yaratıldığımızın bilgisini edinebiliriz ancak yaratmanın bilgisine sahip olamayız, Dost’tan öğrendiklerimiz haber alma niteliği taşır..

Bir farkı daha gözetmek gerekir ki; Dost, Rabbinden öğrenendir. Mürşid Rabb, Dost’una öğretendir. Bu öğrenim sürecinde bilgi alışverişi olur. Bu nedenle Dost, kendiliğinden yeni baştan öğretmez, Dost öğrendiğini öğretendir, habercidir..

Bu ayrıntı çok önem arz eder; birincisi, Dost kendiliksizce Kendi’nden verir, böylesi verişte zerre madde yoktur ve zerrece nefs bulunmaz. Bu demektir ki; ruh, Hakk’tan aldığını Dost’un veçhiyle sunarak nefsi kendine tabi kılmış iradesini Hakk’a bağlamıştır. Yani Dost’un ruhu Hakk’a hizmet eder. Fizik vücut, halka hizmet ederek aynı zamanda ruhun Hakk hizmetini görünür kılar (Dost’un batını’nın zahire dökülüşü). Nefis ise hem fizik vücudun hem de ruhun hizmetçisi ve esiridir. İkisinin egemenliği altında tamamen eli kolu bağlanmış, boyun eğmiş vaziyettedir. İrade ise ruh, vech, nefs yani tamamına hakimiyet kurmuştur. Üçü de iradenin idaresi altındadır..

Gördüğümüz gibi Dost bütünüyle Hakk’a teslim olmuş, içi dışı Bir olmuştur. Dost âleminin bir’liğinden ilahi gücün varlık kuvveti doğar. Varlığımıza yokluğu bulaştırdığımızda hayal meyal bir görüntü oluşur yani kırılmış bir aynanın cam kırıklarına nasıl yansırsak o şekilde var mıyız yok muyuz belirsizdir. Dost aynası ise tam gösterir. Çünkü Dost bir tek Hakk’ı yansıtır ki o yüzden nettir, bakınca Kendimizi baştan aşağı olduğumuz gibi görürüz, böyle “Sen varsın” deriz. Bu yönüyle de Dost göründüğü gibi değil olduğu gibi görünür ve olduğu gibi gösterir. Dost aynasına bakıp da Hakk’ı gören gözler O’nun nurundan ışıldayan inciler dökerek göz aydınlığına kavuşur, gözün perdesi bu şekilde aradan kalkar. Artık dil susar, göz konuşur, söz hakkı içerdeki aşkın kalbe dokunuşuyla gelen göz yaşlarınındır. Akan inci tanesi yaşların gönül havuzunda dolmasıyla aşk çağıldar, çağıldayan sesten Dost’un kalp atışını dinlemeli..

Yorumlar

  • (not be published)