Bir Cuma vakti Hacı Bayram-ı Veli camii avlusunda küçük bir çocuk vardı. Üstü başı kir pas içindeydi. Herhalde sokaklarda bir şeyler satan çocuklardan diyerek pek de aldırış etmedim. Ne yüzüne dikkat ettim ne de hareketlerine. Tek gördüğüm yeşil bir bisikleti vardı, üzerinden indi ve onu bir köşede kilitleyerek ortadan kayboldu. Bir vakit sonra ezan okundu, abdest aldım ve içeriye girdim. Camii hocası ‘sevgi’ üzerine bir vaaz veriyordu. Yunus’un;

“Yaradılanı severim Yaradan’dan ötürü”

sözü ve

“Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için
Dost’un evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim”

dizeleri kulağıma çalınanlardı. Ama ben ne aklımla ne de gönlümle orada değildim, olamazdım. İşler çok yoğundu, bir an evvel işe gitmem gerekiyordu ve bir nebze olsun ‘boş’ muhabbete ayıracak vaktim yoktu. “Haydi artık, şu namazı kılsak da gitsem.” diye diye içten içe serzenişte bulunuyordum hocaya.

“Bu hocanın bu kadar konuşacağını bilseydim hiç gelir miydim, köşedeki camii neyime yetmedi de geldim taa buralara? Ah bu kafa ah, hem de bunca işin arasında. Şimdi kalkamam ki buradan, oo arkası da epey dolmuş, yahu hiç mi işi yok bu insanların, çıkıp çıkıp gelmişler.”

-Allahû Ekber.

“Çok şükür, namaza geçiyoruz herhalde, destur bakalım.”

“Bismillahirrahmanirrahim.”

Bir vakit geçince namaz bitiyor, “Ee hadi çıkalım artık… Haydaa yine mi oturduk yahu, ne oluyor?”

-Gel bakalım buraya Ahmet…

“Aaa, dışarıda gördüğüm o dilenci çocuk, o da mı girmiş camiye, Allah Allah. Şöyle bir doğrulayımda bakayım çaktırmadan cüzdanım yerinde mi tam da arkamdan kalktı şu çocuk…”

-Anlat bakalım bizlere Ahmet, Cuma namazı ne için kılınır? Neden yalnızken değil de birlikteyken kılmak farzdır.

“Hoppala, kendi vaaz verdi yetmedi, şimdi bir de bu dilenciden mi vaaz dinleyeceğiz, hele şuna bakın, en fazla olsun 10 yaşında…”

-Cuma Bir’leştiricidir çünkü, bizim her birimizi birlikte bu camide toplar. Hem bizler de birbirimizi görmüş, tanışmış selam vermiş oluruz.

Ahmet tüm heyecanıyla anlatıyordu. Bu küçük yaşına rağmen ne de güzel söylüyordu, Birliktelikten, tanış olmaktan, birbirimizden Allah’ın selamını alıp yine O’nun selamıyla mukabele etmenin güzelliğinden öyle güzel nazarlarla bahsediyordu ki…

Ama ulaşamıyordu o adama, onun için varsa yoksa işi vardı ve bu çocuk da nereden çıkmıştı. Hem niye herkesle selamlaşmak zorundaydı ki, işi vardı onun. Dünya hayatı içerisinde boğulup gidiyordu. Muhabbet gönül hanesine uğramıyor, kalabalıklar onu boğuyordu. Dayanamadı artık ve ayağa kalktı;

“Efendi, efendi, hadi artık yahu ses etmedikçe konuşup duruyorsun, üstüne üstlük bir de bu dilenci kılıklı çocuğu almışsın yanına onu da konuşturuyorsun, işimiz gücümüz var bu boş lakırdılara vaktimiz yok bizim.”

Ahmet kıpkırmızı kesilmişti, cami hocası:

-Buyrunuz efendim, çıkabilirsiniz. Ama unutmayınız ki, gelecek şu ufacık genç nesillerdedir, neyi ne için yaptıklarını, gayelerini ve yapılan gerekliliklerdeki güzellikleri ne denli içlerine yerleştirebilirlerse, yarın öbür gün, bir Cuma vaktinde edilen muhabbete gönülen mukabele edebilirler. Vakti şerifleriniz hayr olsun…

“Amaaan!.. Bu da ne diyor böyle, çekil kardeşim işim var.”

“Ohh çok şükür şu kalabalıktan çıkabildim. Hemen gidip işe koyulayım.”

Akşam olunca, yine dinin gereklerini yerine getiren o adam, bir müddet sonra uykuya dalar. Onu öyle derinden etkileyen bir rüya görmüştür ki… Yataktan fırladığı gibi koşa koşa cami avlusuna ulaşır ve küçük çocuğu arar, yeşil bisiklet oradadır ancak çocuktan bir iz yoktur. Vaazdan hatırladığı kadarıyla “Ahmet, Ahmet, Ahmet!..” diye seslenir; ama cevap yoktur.

Bu cevapsızlık karşısında oturduğu yerde hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı o adam… Önce Güzelliğin daima O’ndan geldiğinin ve her yaratılanın O olduğunun idraki doldu gönlüne, sonra “Selamını Allah’tan alıp, yine Allah’a veresin…sühendancân/Sühendan Erdin” nidası çınladı kulaklarında… Ne gördüğü o kudret dolu rüyayı birine anlatabildi, ne de hatırına gelişiyle içine dolan o titremeye engel olabildi… Yeşil bisiklet hala orada duruyordu.. Oysa ki yıllar yıllar olmuştu… Ahmet’i arıyordu herkesin yüzünde… Sokakta yürüyen insanları Ahmet diye çeviriyordu… İşte o adam, yıllar geçmesine rağmen hala yeşil bisikletinden büyük bir heyecan ve tüm masumiyetiyle inen Ahmet’i arıyordu…

*Olay ve kişiler tamamiyle hayal ürünüdür…

Yorumlar

  • (not be published)